donderdag, januari 31, 2013

yalnizlik akiyordu pacalarimizdan. deli gibi yagmur yagiyordu üzerimize. kalbimizi terk ediyorduk. kurtuluyorduk gögsümüze binen agirliktan. nefes nefese uzaklasiyorduk. bilmiyorduk yürüdügmüz yollar nereye cikar, hangi kapiya varirdi. ara sira korkuyorduk, korkularimizdan. bazen ansizin kacip gitmek icin cesaret buluyorduk. bunu düsünmek dahi yoruyordu bizi ve bir civi ile sanki oldugumuz yere mihlanip kaliyorduk. acizdik ve bunu bir tek biz biliyorduk. boyumuzdan büyük kederlerimiz vardi. evet! kederleniyorduk ara sira. öfkemiz, dislerimizi tuzla buz edecek kadar keskin ve yaralayiciydi. güzel kelimeleri, güzel cümlelere ekleyip, güzel kizlarin kalplerine postaliyorduk, lakin hep geri dönüyordu.

biz dedigime aldanma. biz hic olmadik aslinda. biz dedi isek ben, biz dedi isek sen. sen ve ben hic mi biz olamadik acaba?

 ve artik vazgecebilecegim bir sen kaldin geriye. 


zondag, januari 27, 2013

Yol sonunda reddiye

Kimse ihtiyaç duymasaydı sevgiye
Güzel ve kısa anlardı. Yoksa hayalim,
Hayalimle mi dolmuştu billûr şişe?
Itır yok, şişe boş, hiçlik kasırgası;
Duygu tanımaz bir karayel işte…
Bir karayel bu şimdi kasıp kavuran,
Son yolculuğunda yürek kadırgası.
Suç onun, sevgiye ne gerek vardı…
Dost sesler mutluluktur ıtır dolu ve billûr,
Bir gün boşalır içi bir sesin, mâlum olur,
Artık kalbimiz kutup denizinde ve yalnız.
Tanrım suç kimindi, nerde hata yaptık?
Keşke sevgiye muhtaç olmasaydık…
İşte ama lâkin ricâ ederim fakat,
Şimdi asla ona gerek duymasaydık…
Ne kadar uzardı düşler, günlerse çok kısaydı
Olaylar geçip gitti, yüreğim yerinde saydı
Bir yere varamadı, ölümse arkasında,
Suç onda sevgiye ne gerek vardı?
Hep başka şartlar düşlerdi, bir de uzak iklimler
Gidenlerden güzel miydi gelen mevsimler?
Yolda düşüp kaldılar şimdi unuttum kimler,
Lütfen lâkin ama tekrar söylemeliyim,
Kimse sevgiye muhtaç olmasaydı. 

- Hüsrev Hatemi -
  


seni çok az düşünmeye and içmeliyim;
düşünmek seni, ölümü mûnisleştirir,
güller açılmağa başlar ardarda.
ama versailles bahçelerinde değil,
hindibalı, ısırganlı yollarda…
seni düşünmek bir konser başlatır o anda,
ama öyle siyah papyonlu bir virtüöz değil,
kunduraları tozlu, bakışları dalgın,
kamburlaşmış kır saçlı bir tanbûri,
yakıcı nağmeler koşturur yüreğimde…
kola değil çay içmektir seni düşünmek,
sen düşünmek erzurum, tebriz, tiflis;
yani aşık garip coğrafyası.
içimde senem’mişsin gibi bir his,
sen bundan habersiz, uzak kentlerde,
batılı bir hüzün yaşarken bile.
seni düşünmekten korkuyorum artık;
ölümlü olduğunu her akşam karanlık,
söyler bana ve buna tahammül zor…
benim ölümüm mûnisleşirken,
seninki kanlı zalim oluyor gözümde.
çok az düşünmeliyim seni çok az.
seni çok az düşünmeye and içmeliyim

(2)
kentlerin birçoğunda uzun kavak kalmadı ki gıcırdasın
ama benim sol yanımda sancı baki…
anne ne olur ki,
sıram gelmiş olsun varsın;
ben ölürsem benden genci var tabii
ama aşık garip değil hiçbiri.
ben de olamadım, yokmuş kısmette,
yaşadıkça şah senem’i hissettim
gerçi tebrize, tiflis’e hiç gitmedim
gitsem de bulamazdım, eminim.
anne yunus ne dediyse hep çıktı
şeytanlar semirdi kuvvetli oldu.
zayıf kalsalar ne farkederdi…
nasılsa onlar galip gelecekti
bundan sonra aşık garip olunur mu ki
sen onu söyle anne.

(3)
şâm-ı garibanda değilsek de,
muhakkak çırağanda değiliz anne
lambalar söndü, çakmağı kim yakacak
bu uluyanlar çakal mı
ben, hırkasını giymiş bir derviş miyim?
yoksa öldüm mü anne…
hiçbir ilişkim kalmadı çevreyle;
yağmur beyhude yağıyor hani camdan,
bakacak arap kızları da nerde?
bir şahin uçurtma marifetim vardı
kaleden kaleye;
cılız kuşcağızlarmış onlar şahin değil,
ben uçurduğum için uçmazlarmış
başıboş uçarlarmış üstelik,
sırtımda hırka, ayağımda terlik…
niye ben ölmüş müyüm anne?
çıktım yücesine seyran eyledim
kayak merkezleri olmuş yüceler;
karlar üstünde kırmızı gagalı bir kara kuş,
dalgın ve bîhuş
bakıştık bir süre, ben kuşça
o, insanca
kerem’ler gurbetle işçiydiler
aslı’ları doğrusu aramadım
şah senem’i düşündüm sessizce
‘dost elinden dolu içmiş deliyim’
makine yağlı köpüklü sokak seliyim
ben sanayi oğluyum, sanayi sefiliyim
endüstriyi seversen değme yarama anne.
halep’e girmeden terkediyorum, halep şen olsun
anne ben nereye gitmeli oldum, bilmiyorum.
o kırılma sınırında ince,
o bir tane;
korunacaktı güya;
‘değmesin hop yağlı boya’
haykırışlarıyla kırıldı.
çok yıllar önceki doğu’da,
ölenler testici dükkanlarında
mey kasesi olurlardı, şimdiyse
çevreyolu geçecek günün birinde
narin kaburgaları üstünden
o korunması gereken bedenin
zalim zaman, onu korumayacak
niye ben ölmüş müyüm ki bunlar olacak?
hırka giyenler fırkasından mıyım?
saat kaç, hangi sene?
anne!

- Hüsrev Hatemi -

"Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için /
Ellerinden devşirir bahar çiçeklerin..."


zaterdag, januari 26, 2013

"Evim ol" derdi. Sonra gitti ve ayazda kaldik.
Simdi ikimiz de ayri daglarin, karanlik magralarina saklanmis birer münzevi gibiyiz;
 ne sen beni biliyorsun, ne de ben seni.

donderdag, januari 24, 2013

Artık hiçbir şeye karşı değilmiş gibi
kayıtsızım
Yolculuğun sonunda ormanda duyduğum sesi öldürdüm
Amacım yoktu sesi öldürürken, ses öldüğü için de
hala amaçsız sayılırım

Ormana karşı değilmiş gibi kayıtsızdım
Ormandan çıkınca şehrin ışıkları ve ışıkların
suda işaret ettiği anlamların adı olan dünya
ile karşılaştım
Dünyaya karşı da kayıtsızım

“Anlamıyorum seni” diyen birine kendimi anlatmak
üzere uzattığım kitap hâlâ okunmadığı için,
Bir gecenin sonunda anlatılmamak için yaşanmış
gönderilmemek üzere yazılmış bir
mektuba koyarak…
Mantıklı olan her şeyin nedenini aradım
Nedenini aramadığım için artık yalnızca ölümü
ve aşkı seviyorum
Konuşma haline gelmeyen şeyleri
Susmalı ve sonra ormanın güzelliğinden söz etmeli:
“Kış henüz gelmişti, kar tertemiz ve her yer
bembeyazdı”
Biz de mutluyduk
Kimimizin sevgilisi vardı
Sevgilisi olanların üstüne bir taş duvar yıkılıyordu
Taş duvar üstümüze sessizce yıkılıyordu
Ses ölmüştü çünkü nedenini aramadan

Sevgilim sensiz olabilmek için sokaklarda
yürüyorum
Sevgilim pencereden bakıyor ve yanıma şemsiye almaya
karar veriyorum
Sevgilim sensiz olabilmek için durmadan “Yağmur
yağıyordu” diye bir cümle tekrarlıyorum
Sevgilim sokağa çıkarken şemsiyemi almayı unutuyorum
Sevgilim son vapuru kaçırıyorum ve iskelenin aynasında
seni ve yağmuru görüyorum
Hava soğuk sevgilim, bütün gün sobayla sevişiyorum

İskelenin aynası ve aynadakilerin işaret ettiği
anlamların adı olan dünya
Ki ona bakarken hayatımıza bakardık
Ya da şöyle söyleyeyim:
Hayatımıza bakarken sanki ona bakardık
Yansıttığı görüntü bakırı altın yapmıyor artık

Daha neler yapmadım seni unutmak için, neler yapmadım
Aşk filimleri seyredip sonra aşksız bir dünyada
yürümek istemediğim için aşk filimlerine gitmedim
Kırmızı bir fular taktım bileğime şeytan kovmak için
Arabamı bütün barların önünde park edilmiş görebilirdin
Barda peşimden gelen o adama, şeytan kovmak için senden
ve Hemingway’den söz ettim:
“Çehov da bir Amerikalıdır aslında”

Neler yapmadım seni unutmak için, neler yapmadım
Üstünde dünya haritası olan bir uyku tulumunda uyudum
İyi şeyler gördüm rüyalarımda
Sonra bir gecenin sonunda
Seni öldürdüğüm için kayıtsızca
Ve artık vazgeçtiğim için omuzlarımı tutan o ellerden
Uzun süre yaşayıp uzun süre öldüğüm
ve mezar taşıma “Ernest ve Scott” yazdırdığım için
Kremalı çorbalar, et yemekleri ve şaraptan bıktığım
Ve durulamalık konyak da çevirmediği için sessizliği
altına
“Yağmur kayıtsızca yağıyordu” cümlesinin yerini
“Yağmur yağıyordu” cümlesi aldı

Sesi yaralı bir kaplan gibi bağırırken bıraktım
“Yağmur yağıyor” dedikçe “Kış henüz gelmişti, kar tertemiz
ve her yer bembeyazdı” diyen Hemingway
Ki boks yaparken yazardı
Ya da şöyle söyleyeyim:
Yazarken boks yapardı
Durmadan sesleniyor şimdi bana:
Dünya güzel mi?
Sen soylu musun?
Sevgilin var mı? Mutlu musun?
Eve dönünce kahve, yemekten sonra konyak içiyor musun?
Yoksa hepten mi unuttun şarabın simyasını?

Yağmur hiç yağmadı ben dünyaya baktığım sürece
Bakır altına dönüşünceye dek hiç de yağmayacak zaten
Kayıtsızım,korkarak ormanların başıma vuran gürültüsünden

- Ahmet Güntan - 
Bak görüyor musun, yine bogazim dügüm dügüm. Bi'seyler var takilip duran; etrafinda dönüp durdugum. Bu öfke kendime, sen alinma ne olur. Tutamiyorum aklimi, basimda degil. Hep sana gidiyor, hep sana....
Tutamiyorum deyince ellerin geliyor aklima. Asla tutamadigim ellerin iste. Oysa hic bilemedim, ellerin ellerim de nasil dururdu.

Durduk yere aklima gelme ne olur! aklim ben de degil. 





zondag, januari 20, 2013

Bunu sana yaziyorum, haberin yok. Kalem egri duruyor parmaklarimin arasinda.
Kendimi sana tekrar etmekten baska bir ise yaramiyorum.
Sokaklarinda dolasiyorum, evimin yolu kayip.
Her defasinda dönüp dolasip geldigim sensin.
Kapina bir avuc umut birak, bunu esirgeme.

Soru eklerinden kurtulabilirsem, belki seni düsünmektende vazgecerim.
Beni bu ayriliga ikna et.
Beni olmadigina ikna et.
Beni ikna et.

maandag, januari 07, 2013

Ah azizem! sana bu satirlari yaziyor olmamin dahi bir sebebi yok.

Gece'nin saat bilmem kaci. Umrumda degil akrebin yelkovani kovalamasi.
Bir derdim var; dertten iceri.
Ellerim karicalaniyor... bir tuhaf. 
Gün, sanki alnimin ortasindan dogacakmis gibi.

 



zondag, januari 06, 2013

ANCALIME’DEN MEKTUPLAR

Neden?
Nasıl?
Nasıl hala yaşayabiliyor?
Size bu mektubu yazmamın sebebi günlerdir beni meşgul eden ve mesut olmama mâni olan şaşkınlığım. Yukarıdaki sorularla mücadelemde mağlubiyetlerin artması beni tedirgin etmeye başladı. Bu yüzden fikirlerinize iltica ediyorum. Lütfen bu aciz dostunuzun havsalasını girdiği çıkmaz sokaktan kurtarınız, gönlünü ferahlatınız. Telkinlerinize muhtacım. Sizleri bu malayani girizgâhımla daha fazla boğmadan asıl mevzuya dönüyorum.
Onu terk ettim ve hâlâ yaşıyor. Bunun hangi manalara geldiğini idrak edebilmiş değilim. Düşünüyorum lakin nafile. Zihnimde vuku bulan senaryolardan hangisini seçsem, bu durumun nasıl vâki olduğunu anlayamıyorum. Terk eden ben, çaresiz olan yine ben… Halbuki çoktan ölmesi gerekiyordu. Düşünün azizim;
Onu,
Öylece bırakıp gittim,
Cevabı sadece bende olan sorularla yapayalnız bıraktım,
Sokaklarında daima beni hatırlatacak izler bıraktığım şehre hapsettim. Şimdi tekrar soruyorum;
Nasıl? Nasıl hâlâ yaşayabiliyor?
Çok zor durumdayım. En yakın zamanda cevabınızı bekliyorum.

Bisous

ANCALİME
Günün birinde günlerden herhangi bir gün evinin yolunu unut ve bana ugra. Sana aciyan yanlarimi göstereyim.

vrijdag, januari 04, 2013

Ceplerimize doldurdugumuz kum taneleri ve hatiralar. Sicak bir yaz gününden kalma gözlerinin izi yüzümde.
Yüzünü yüzüme cevir; esen rüzgara karsi sen saclarini savur, ben parmak uclarim ile göz yaslarini sileyim.
Sen aglayinca bütün gemiler limansiz. Sen gülünce bütün buzullar eriyor. icim bir okyanus.
Ellerin ölesiye beyaz ve sanki kollarinda can vericekmisim gibi bir an.


Sessiz Müzik

Sen kış güneşi misin
Yakarsın ısıtmazsın

Bir ırmağın ortası yoksa
Seni mi hatırlayacağım

Bu dünyada olup bitenlerin
Olup bitmemiş olması için
Ne yapıyorsun

Sizin evin duvarları taştan
Dumanı da mı taştan

Seni kız arkadaşlarından
Sevinç gözyaşları içinde
Öpen olmayacak mı

Ezberlediğin şiir
Beklediğin adam

- Sezai Karakoç -