zaterdag, oktober 25, 2014




“ hiç yola koyulmamış birine, yolu nasıl tarif edebilirsin ki?” 

gökyüzünün sağır kulaklarına haykırıyorum seni
bir çığ yürüyor göğsüme
dünya ile bağım kopuyor
sonra sen çıkıp geliyorsun bir anka kuşu kanadında
yüzünde bayram sabahı aydınlığı
şehirde çocuklar
şen şakrak
ıslık çalarlerken
ben, eteğinin gölgesine sığınıyorum
tıpkı bir yetim gibi.





 






"artik sensiz bir sabah var;
diye bir sabah
bir de gece var...hadi kalk! geceyi yerinden edelim."

gecen zaman, saman alevi misali
gunler hep aleyhimize sayip durdu
yalvaririm!
giderken yaninda
beni de goturme

ben hep su kosede durup
gunesi bekleyecegim
yalvaririm!
giderken gunesi de goturme

sorarlar ise seni bana
"belki yine gelir" diyerek
gunlerimi topraga gomup
saklayacagim
yalvaririm!
topragimi ezip gecme

ozlemek, atesli bir hastalik misali
icimde titrer durur
y e t m i s b i r y i l b i r d e n y a s l a n i r i m
yalvaririm!
ruzgarimi alip goturme


woensdag, mei 14, 2014

Bedahşan İli Ve Yüreğim

Sen çık ve salın, gün akşamlıdır
Tükeniyor, yok oldu bile sevgi
Yazılsın tarihi ve sezilsin
Sonlanışı aşkın, artık o yok ki...
Öyleyse gülüm, neye yarar bilim;
Ezelden ölümün ettiği zulüm,
Granit kayalara kazılsın.
Umardık yüreğimizin yazıtları,
Yâni o kayalar, bir de kanımız,
Bir gün lâl olur Bedahşan’da. 


Ah kuzu, bıçak hep senin boynuna
Kirlenmiş çöllerde şimdi Leylâ...
Teneke kutu ve çöpler yanında,
Yüreğimiz lâl olmaz asla.  


Yeridir, bu yürek şimdi ezilsin,
Yazılsın tarihi ve sezilsin...
Bir zaman vardı, şimdi yok sevgi
Sen çık ve salın, şunu da bil ki,
Küskün gider gidenler yer altına
Nice gevher bedenler çürüdüler
Gevher canlar imiş, parlıyor hâlâ
Tek sahipli ve çok yüzlü bir tebessüm
Özlem ve buluşmalar hep onunla. 


Ben kınanma hırkasını kendim giydim eğnime 

Sağtöre kadehini taşa çaldım kime ne
Bu kimi ilgilendirir Beyefendi?
Çünkü nice beden, gevher misâli
Arzın sandukasına kondu. 


Ah çık ve salın ki gün akşamlıdır
Dilim ise lâl olacak yakındır
Ama yüreğimin kanı ve kayalar,
Lâl olmayacak Bedahşan’da...
Of kuzu, bıçak hep senin boynuna
Sen çık ve salın, gün akşamlıdır.


- Hüsrev Hatemi -      

woensdag, mei 07, 2014

şunu bil:
herkesten ve herşeyden kaçarken
birden sana tutuldum;
aniden bastıran bir yağmur gibi.
ve alnıma düşen her yağmur damlası,
sana dair biriken ince bir sızı idi;
boğazımda düğümlenen.


beni duy:
sığmıyorsun hiç bir kağıda
ve yazmıyor seni hiç bir kalem.
karşılaşmıyoruz seninle hiç bir şiirde
adın bir seyyah misali dolanıyor
zihnimin karanlik dehlizlerinde

beni anla:
söylenmeyi bekleyen her söz bir düğümdür,
her öfke bir feryâd.
harbe giriyorum goğsümde peydâh olan ağrılarla.
ve mağlup çıkıyorum,
sana karşı verdiğim her savaştan

oysa şimdi sonsuz bir uykuya dalmak için, en müsait yerdir avuçların.









woensdag, maart 19, 2014

şimdi ben evimden çokca uzak bir diyârdayım. hasret ve kırgınlık müstehaktır bana. bir sandalye çekip ve aynanın karşısına geçip, hızla gelip geçen zamanın alnıma çiziktirdiği izleri saymak ile meşgulüm.

bazı sabahlar güne tıpkı evsizler gibi uyanıyorum: kir ve pas içinde. üzerimde garip bir is kokusu ve mütemadiyen nûks eden evime dönme arzusu. galiba bir daha evime geri dönemeyeceğim.
ve yine bazı akşamlar oluyor: "şu köşeyi dönünce evime varmış olsam" dediğim ve fakat her defasında hevesim hep bir "keşke" de takılıp kalıyor.

bu his, bu hasret, bu kırgınlık ve bu evsizlik; boğazımda asla çözülmeyecek olan bir düğüm...gün gelir, geçer mi bilmem. lâkin, sen rabbim kimseyi evsiz koma. zira, evini omuzlarında taşıyan biri olmak çok hazin.

ve artik biliyorum ki, insanoğlu yaşlandıkca bir takım garip hislerin adamı olup çıkıyor...ne tuhaf!

dinsdag, maart 11, 2014

annelerine kızıp, evlerinden kaçan çocuklar kadar öfkeliyim sana. çaresizliğim ise cabası. 

zaterdag, maart 08, 2014

Çölde Gizli Bezginler


bir çiçek bahçesinde geceye durgun kalışın yağmur sıcağı gibi
öptüm sonsuz gidişinden. saçlarının seyriyle seni
 
yolları aşklara davul çalıp çağrılmış yalnızlarla dolduran
akreplerdir duygunun. karanlık ordulara güneşsiz sokulan
 
bunlar canlanınca ne ateş kirli taşlar ne böcek
şakakların sıcağında kuytu bir ses büzülüp ölecek
 
sabahsız kuşlara koşarsa durur mu evreni omuzlarında
bahar şenlikleriyle. sürdüren ellerini yangın borularında
 
şaşkınlıkla başladı bu atlar bu savaşlar insan buluşlarından
burda biter düğün. gidilir mi evin soğuğuna çölün sıcağından
 
gemilerimiz saklanır.ağzımızda bir aşk kaçışı vardır buluşmaların
saplandık tadına.durduk alnında yüreğe vuruşların
 
yollar sellere gider. açılır parklar artık kuşlar dağılır
bir aşkı gözyaşlarıyla bulvara çağırmak hiç keseye mi kalır
 
çizildi yalnızlar. senin gelişin ne de süvari köprünün diplerinde
geçer üstümüzden yağmur alan donanmalar. kürek sesleriyle
 
koşu bitince aşk bir yorulmadır kaçılmaz kırbacından
sayılır günü geçmiş anlar boşalan hangi tüfeğin arkasından
 
oturur iki bakış ormanından gerilip bir masayı kollar
uzayıp uzaya giden akrebe katlanıp zincire gelmeyen yolcular
 
bu bizim sesimiz denizlere ateş gibi eller açılır ortasından
su konuşmaz toplanmaz kuşlar. Ne kazandık yaşamamızdan
 
biz harcandık anam hem kelimesiz kapandık
sevgi ektik. Sonsuz seçtik. Beğendik. Ama toprağı kazandık
 
sevinçle kaçın kurtulun ölümlerinizle.Yalnızlıkla ben kaldım
sevindiniz işte alın kurtulun. A ha size son atım
 
 
 
 
Cahit Zarifoğlu

zaterdag, maart 01, 2014

ölüme gider gibi bir öfke ile çıktın şu kapidan.
evet, işte bu kapı o kapı
kapıyı ardından vuruşundan belli idi
dönüşü olmayan ayrılığa ve hasrete yelken açtığın.
yani benim elleri hasret kokan sevgilim
sen gittin ve fırtınaya döndü rüzgar
ve ben 70 yaşındaki bir adama dönüştüm
alnının ortasından her gün trenler geçen. 

dinsdag, februari 18, 2014

titremeseydi ellerim
ve hükmedebilseydim kaleme
sana mektubumda şöyle seslenirdim:
şimdi mutlu musun?







dinsdag, januari 21, 2014

Olvido


Hoyrattır bu akşamüstüler daima
Gün saltanatıyla gitti mi bir defa
Yalnızlığımızla doldurup her yeri
Bir renk çığlığı içinde bahçemizden
Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan
Lavanta çiçeği kokan kederleri
Hoyrattır bu akşamüstüler daima.

 
Dalga dalga hücum edip pişmanlıklar
Unutuşun o tunç kapısını zorlar
Ve ruh, atılan oklarla delik deşik
İşte, doğduğun eski evdesin birden
Yolunu gözlüyor lamba ve merdiven
Susmuş ninnilerle gıcırdıyor beşik
Ve cümle yitikler, mağluplar, mahzunlar...


Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir
Kağıtlarda yarım bırakılmış şiir
İnsan, yağmur kokan bir sabaha karşı
Hatırlar bir gün bir camı açtığını
Duran bir bulutu, bir kuş uçtuğunu
Çöküp peynir ekmek yediği bir taşı
Bütün bunlar aşkın güzelliğiyledir.


Aşklar uçup gitmiş olmalı bir yazla
Halay çeken kızlar misali kolkola
Ya sizler! ey geçmiş zaman etekleri
İhtiyaç ağaçlı, kuytu bahçelerden
Ayışığı gibi sürüklenip giden
Geceye bırakıp yorgun erkekleri
Salınan etekler fısıltıyla, nazla.


Ebedi âşığın dönüşünü bekler
Yalan yeminlerin tanığı çiçekler
Artık olmayacak baharlar içinde
Ey, ömrün en güzel türküsü aldanış
Aldan, geçmiş olsa bile ümitsiz kış
Her garipsi ayak izi kar içinde
Dönmeyen âşığın serptiği çiçekler.


Ya sen! ey sen! Esen dallar arasından
Bir parıltı gibi görünüp kaybolan
Ne istersin benden akşam saatinde
Bir gülüşü olsun görülmemiş kadın
Nasıl ölümsüzsün aynasında aşkın
Hatıraların bu uyanma vaktinde
Sensin hep, sen, esen dallar arasından.


Ey unutuş! kapat artık pencereni
Çoktan derinliğine çekmiş deniz beni
Çıkmaz artık sular altından o dünya
Bir duman yükselir gibidir kederden
Macerası çoktan bitmiş o şeylerden
Amansız gecenle yayıl dört yanıma
Ey unutuş! kurtar bu gamlardan beni.


- Ahmet Muhip Dıranas - 

zondag, januari 19, 2014

Ben başkasının adası olsaydım...



Ben başkasının adası olsaydım
çok sevmek de kederlidir ve insan gölgesinden bile
uzağa düşer, ölüm zaten bir kara ada, derdim

Herkes başkasının adası ölümle ayrılık arasında
iki denizden sürgün gibi kimsesizler mezarlığında
gizlice buluşan gözyaşlarına bakar bakar ağlardım

Bir ada; iki gözyaşı arasındaki mavi harfleridir,
akşamla kağıttan kayığı batmış bir çocukluğun,
kimi dipte kelimeler ve acısı yüzüne vurmuş
Bir ada, mavi yerine bir kızın gözlerinde unutulmuş

Ben başkasının adası olsaydım
gözlerimi rüyadan saklardım, desinler ki: acı uyumuş...

- Haydar Ergülen -