vrijdag, december 27, 2013

Orta dünya ilmihali

Masamıza Leyla gelsin ta Ürdün’den ama istesek gelir
Bize ince parmaklarını şaklatarak Nizar Kabbani’den bahseder
İstesek olur böyle şeyler biz ona Türkçe çaylar ısmarlarız
Kuranda peygamberin bile azarlandığı ayetler vardır, onu deriz
Başka şeyler de vardır
Doğuda her yüz kilometrede bir
Zalimle mazlumun değişmesi dengesi
Biz ey dünya yorgunları diyelim çay içmeye başlayalım

Çay içeriz bir halk dengelenir yumruğumuzdaki kuvvetle
Babaların bıyıklarına ilişen siyaset dersi
Annelerin ideolojileri yoktur merhametleri vardır
Ben o merhameti kimsede görmedim kitaptaki Meryem’i saymazsak
En esaslı küfrü orta ikide bir kızdan yedim o bana âşıktı
Yazmaktan başka neye yararsın Allahın belası, demişti

Bir şeye yaradığım hissi evlenirsem bir gün olacak
İmparatorluklar çağından beridir yasak bir sevmektir devlet halk ilişkisi
Gecenin dördünde şiirden daha değerli işler vardır
Biz ey dünya yorgunları diyelim çay içmeye başlarken
Sevgilimizle saatler süren telefon konuşmaları yapalım
Sırrı abinin kızı bize de şiir yazsın
Bu annesiz evleri değiştirelim aniden

Ben bir mektuba başlamışsam gerisini sen getir
Yarım mektupların verdiği esenlikle öperim alnından
Bankalar kapanır, faizler düşer, bir bakarsın iyileşir dünya bundan
Bana mektup yaz, boş bırakma, ihtiyarlamazsam orta dünya bizimdir


- Mustafa Akar - 

woensdag, december 25, 2013

Küçük Na't

Göz seni görmeli ağız seni söylemeli
Hafıza seni anmak ödevinde mi
Bütün deniz kıyılarında seni beklemeli
Sen eskimoların ısınması sevgililer mahşeri

Aklım yeni bir akıldır çiçeklerden
Mantığım mantığın üstünde yeni
İçimde Nuh’un en yeni tufanı
Dünyaya ayak basıyorum yeniden

Göz seni görmeli ağız seni söylemeli
Bütün deniz kıyılarında seni beklemeli

Yüzlerce yıl geçiyor belki bir bulut geçiyor
Ben yeni doğmuş bir çocuk gibi
Herkesin konuştuğu dilden mahrum
Ama yepyeni bir dil konuşmanın sevinci

Bütün deniz kıyılarında seni anmalı
Sen buzulların erimesi eskimoların ısınması

İkinci sokaklarda bandolar mızıkalar
Yaklaşan çok yaklaşan muhteşem bir gün var
Bütün yollarda zafer takı
Eriyen kar derin denizlerde katafalk

Gün doğuyor her yer çiçek ve kar
Bütün çocuklar kurtuldu demektir

Göz seni görmeli ağız seni söylemeli
Hafıza seni anmak ödevinde mi
Bütün deniz kıyılarında seni beklemeli
Sen eskimoların ısınması sevgililer mahşeri 


- Sezai Karakoç - 

donderdag, december 12, 2013

sanki taze bir ölüm iniyor boğazımdan aşağı
ellerimle boğuyorum kendimi
göğsümde göç eden kuşların kanat izleri.

ağzım toprak kokuyor...  
 

woensdag, december 04, 2013

Mazot

Ağlamadan
dillerim dolaşmadan
yumruğum çözülmeden gecenin karşısında
şafaktan utanmayıp utandırmadan aşkı
üzerime yüreğimden başka muska takmadan
konuşmak istiyorum.
Şehre neden
esmer ve dölek yüzümle döndüm dağlardan
kar vakti tarlaları kımıldatan soluğum
niyedir sarmalasın vites dişlilerini
defneler, nakışlar yok
alnımda neden.
Ağlamadan
etimin iğneli beşiklerde bıraktığı izlere aldırmadan
o mavi korularda ve dibektaşlarında
bırakıp sözlerimin kalıntılarını
açıkça konuşmak istiyorum.
Besbelli ki leşler koruyor şehrin bedenlerini
göğsünün kafesinde yalnızca pasak
biliyorsun
korkutulmuş bir kızın
yüreğinden fışkıran beyaz güvercinleri
sabahın köründe kalkan tirenlerdeki nefret
hergün aynı kalafat yerine çekilmenin nefreti
bunları
bütün bunları biliyorsun
dağlardan dönüyorsun o sağır yamaçlardan
çevik bacaklarını getiriyorsun, ne çiçek ne de ninni
boz şayaktan poturun dağlarda ne güzeldi
şehre varınca artık meşinler giymelisin
daha esmer
daha kankusturucu
sen o baygın sevgilerin adamı değilsin.
sana yaşamak düşer çarkların gövdesinde
bin demir kapıyla hesaplaşmaktan omzun çürümelidir
bin çeşit güneşle ovulmalıdır gaddar ellerin
yürü yangınların üstüne, kendi alevini de getir
çarpıntısız dakikası olur mu devrimcinin
ki
ölüm
her yerde uyanıktır
alestadır korkunun yardakçıları
tez kızaran güllerden kendini sakın
sevgiler ürkütsün seni, aşk ayrı-
Aşktır diye geri geldin o çekiç seslerine
bıraktın vazgeçilmez ırmakları
gönlüne kar yağdırıyorsa çocuk sesleri yetsin
dikkat et hiçbir şey ıslatmasın namluları.


- Ismet Özel -

woensdag, november 27, 2013

çok uzun zaman düşününce seni
bir fırtınadır kopuyor uzak denizlerde
içimde yer etmiş olan sen: koca bir şehir kadar
uykusundan uyanıyor, ölümden uyanır gibi ahali
ki aslinda dünyaya yetim geliyor bütün acılar
bunuda bil!

Ve sen söyle Rabbim: bir ömre kaç hasret sığar?  




zondag, november 24, 2013

Orta dünya ilmihali

Masamıza Leyla gelsin ta Ürdün'den ama istesek gelir
Bize ince parmaklarını şaklatarak Nizar Kabbani'den bahseder
İstesek olur böyle şeyler biz ona Türkçe çaylar ısmarlarız
Kuranda peygamberin bile azarlandığı ayetler vardır, onu deriz
Başka şeyler de vardır
Doğuda her yüz kilometrede bir
Zalimle mazlumun değişmesi dengesi
Biz ey dünya yorgunları diyelim çay içmeye başlayalım

Çay içeriz bir halk dengelenir yumruğumuzdaki kuvvetle
Babaların bıyıklarına ilişen siyaset dersi
Annelerin ideolojileri yoktur merhametleri vardır
Ben o merhameti kimsede görmedim kitaptaki Meryem'i saymazsak
En esaslı küfrü orta ikide bir kızdan yedim o bana âşıktı
Yazmaktan başka neye yararsın Allahın belası, demişti

Bir şeye yaradığım hissi evlenirsem bir gün olacak
İmparatorluklar çağından beridir yasak bir sevmektir devlet halk ilişkisi
Gecenin dördünde şiirden daha değerli işler vardır
Biz ey dünya yorgunları diyelim çay içmeye başlarken
Sevgilimizle saatler süren telefon konuşmaları yapalım
Sırrı abinin kızı bize de şiir yazsın
Bu annesiz evleri değiştirelim aniden

Ben bir mektuba başlamışsam gerisini sen getir
Yarım mektupların verdiği esenlikle öperim alnından
Bankalar kapanır, faizler düşer, bir bakarsın iyileşir dünya bundan
Bana mektup yaz, boş bırakma, ihtiyarlamazsam orta dünya bizimdir

- Mustafa Akar - 

dinsdag, november 19, 2013

sana afilli bir söz ile sesleneceğim:
"insan sevdiğinin gölgesidir sevgilim"
hiç yoktan böyle şeyler geliyor aklıma
soğuk duvarlara yasladiğım başım cok uşüyor.

sıfır'dan bir'e kadar her şey çok güzel
lâkin sonrasını aklım hiç almıyor.
dünyayı üzerime yıkıp gittiler
geride kalan yalnizca boş tren garlari

bir delinin peşine takılıp
gitmek istiyorum buralardan
belki yolum sana düşer
damdan düşer gibi
kalbim ellerine düşer...

bakma bunların hepsi laf
oysa yeniden başlamak
üşengeçliktir benim icin.

yine de güzeldir seni hatirlamak
yüzümde izi kalan
buğulu bir tebessüm ile.








zaterdag, oktober 19, 2013

Ahmed Arif - Leyla, Zalım Leyla

 
5 Mayıs 1954


Bismil

Leyla, Zalim Leyla!

Bu, benimki dördüncü. Oysaki senden bir tek mektup aldım. O belalı ve korkunç ilk mektubun, yani 4-1, ben mağlubum… Ben, belki yazamazdım da, melankolim ve serseriliğim tutar da yazamaz, boş verirdimse, sen yazacak, “bu oğlan, öldü mü kaldı mı?” diye sen arayacaktın, değil mi?

Bari bu suskunluğun sebepli ve hayırlı olsa ve bana bu kadar kahırdan sonra, parıltılı şiirler göndersen. Öyle olacak elbette. Sen, osun çünkü. O, şair, dost, en sevgili ve en kardeş… Başka türlü olamaz…

Mektuplarımı almıyor musun yoksa? Hep de taahhütlü gönderiyorum. Geçen gün coştum, annene bayram kartı ile hürmetlerimi gönderdim, ellerinden öptüm, söyledi mi?

“Bin yıl, bahar içre ömrünü sursun,
Seni doğuran ana.”

Benim lambada başladığım şiir, ne oldu biliyor musun? Hem de birdenbire ve yan gece. Şimdi elli mısradan çok. Daha bitmedi. Ah, seninle beraberken bitebilir ancak! Elbette ki senin harikulade zevk ve anlayış sansüründen geçecek. Pasajlar hep “yeşil” diye bitiyor. Benim ve senin ne varsa, ikiz ruhumuzda ne varsa her biri birer hafif parıltılı taşla, kompozisyona giriyor. Kahrın, bulunmaz ve yaratılamaz güzelliğin, dost ve kahraman ve çırılçıplak samimiliğin, büyüklüğün, namluların yivlerinde fışkıran güller, birer nilüfer dizisi olmuş prangalar. Spartaküs’ün bukağısı, kol bağları.

Kısır kadının anne oluşu ve çok uzak, kimselersiz bir yıldızda inleyen bir stradivarius. Dünya çarşılarının en küçük meyhanesi. Ve biz, milyarlarca, aşkın, yalanın, alçaklığın, kahramanlığın; kapıları, kapakları, kuş uçurmaz uzaklıkları ve ayrılıklanyla, kahrolası yasaklarıyla, bu acayip kaos karanlığında, biz ikimiz! İki müthiş hasret, iki parça can… Ve canımda o ölüm namussuzu… Bütün bunları,  şiir haysiyetine halel getirmeden işleyebiliyorum. Bana bu kudreti verdiğin, beni ben ettiğin için sana teşekkür etmek, galiba pek resmî kaçar. Hatta ben, züppelik diyorum buna. Ben, senin için, ancak her şeyimi, bütün mevcut kıymet hükümlerin ve canımı feda etmekle belki biraz hafiflemiş olurum. Yine de ödemiş, karşılık vermiş olamam… Bu, hem çok acı, hem de şaheser bir ruh hali. Kimselere mecbur olmadım, olmam da. Yiğitliğim ve rivayet olunan erkekliğim, bundandır… Ama senin mecbur olmak, beni hiç mi hiç küçültmüyor. Aksine yüceltiyorsun, İNSAN ediyorsun, yaşatıyorsun…

“Sus kimseler duymasın,
Duymasın, ölürüm ha.
Aydım yarı gecede,
Yeşil bir yağmur sonra.
Yağıyor,
Yeşil.
Yivlerinde yeşil güller fışkırmış
Susmuş, bütün namlular.
Susmuş dağ, susmuş derya
Dünya, mışıl-mışıl
Uykular, gelin.
Yılan, su getirdi yavru serçeye
Kısır kadın, maviş bir kız doğurdu,
Memeleri bereketli
Ve serin.
Sağıyor,
Yeşil…”

Daha üç ayrı pasaj var. Kompozisyonun bütünü çok sağlam ve çok yeni duruşları var. Nedense şiiri çok  seviyorum. “Suskun”u’ kullanmama izin verir misin; onsuz edemiyorum. Bir şey daha soracağım, final benim karakterimde acı ve melankolik bir bohemde bitiyor. Bitiyor ama korkuyorum sen beğenmezsin diye. Nasıl bitireyim, umutlu mu, sevdalı mı, yoksa ağlamaklı mı? Bana yol göster ve mutlaka yaz. Kitabımızın adı “Suskun” olsun mu?

Bir de “Kara” diye bir kompozisyon var. Hayli çetin ve karanlık. Şimdilik altmış-yetmiş mısra kadar var. Her ikisini de iyice bitirmeden göndermek istemiyorum.

“Çarpmış,
Perişan etmiş
Kara sütü, kara sevdayla seni.
Ve kara memelerinde dişlerin asi
Karadır, upuzun yattığın gece.
………..
…….
……….

Ve kan tadında bir konca
ezer şerbetini mısralarınca.
De be, aslan karam,
De, yiğit karam.
Hangi kaderin yazısı
Zorlu yazısı,
Belanda…
………….
Vurmuş,
Demirlerin çapraz gölgesi,
Alnına, galiP ve serin.
Künyen çizileli kaç yıldız uçtu,
Kaç ayva sarardı, kaç kız sevişti.
Gelmemiş kimselerin…
De be, aslan karam,
De, yiğit karam.
Hangi zehirin meltemi,
Saran meltemi
Hülyanda...
Hakikatli dostun muydu,
Can koyduğun ustan mıydı,
Bir uyumaz hasmın mıydı?
Ooof! de, bunlar olsun muydu.
De be, aslan karam
De, yiğit karam.
Hangi kahpenin hançeri,
Saklı hançeri,
Varan da…”

Affet, fazlaya kaçtım. Ama sen halden anlarsın. Şair adam, aydınlıkta, o namussuz ayrılıkta, firaklı şiirler yazmaz da ne yapar. Benim aziz Leylam, sevgili belam. Ya sen olmasan, ben ne bok yerim, neye yararım? Manasız bir otomatisme’in, manasız bir fiziğin, kahrolası boşluğunda, ben garip, ben duyan, ben yirmi dört saatte, yirmi dört bin parça olan, ne yapardım?

Gözlerinden öperim. O güzel burnuna yıldızlarca öpücük… Bana yaz! Ben daha buradayım. Eğer Diyarbakır’a yazdıysan, annem alır, açmadan bana gönderir. Ben giderken sana yazarım. Kendine iyi bak. Bir daha hiçbir ana doğurmaz seni. Bir daha hiçbir cihan bulamaz seni. Tekrar öperim.

Senin.


Her İhtimale Karşı Mualla

beyaz atlı prensin gecikecekmiş mualla
tenha bir çiçek açıyor gölgende
yalnızlık emlak ofisinde işe başladım
birdenbire bahar inecek kalbime mualla
yemin ediyorum


beyaz atlı prensin gecikecekmiş mualla
bakışlarımı ona benzetebilirim geceleyin
hasretimi saklamaya kıyamıyorum
esneme günlükleri yağıyor defterime
birdenbire sevebilirsin beni mualla
yemin ediyorum


kıymeti harbiyem olsa harbiye’ye yazılırdım
bir ihtilal de senin için yapardım
yemin etmiyorum.


 - Oğuzhan Akay -

zondag, oktober 06, 2013

AKÇAKAVAK

Akçakavak, yaprağınla ak-pak bakarsın ya karanlığa, Ak düşmemişti hiç annemin saçlarına.

Karahindiba, Ukrayna ne kadar yeşil,
Sarışın annemse dönmedi yuvasına.


Yağmur bulutu, kaynağın kurudu mu?
Benim sessiz annem ağlar tüm insanlara.


Çember-yıldız, bağlıyorsun o altın kurdelayı,
Bir kurşunla annem kalbinden aldı yara.


Meşe kapı, kim çıkardı rezelerden seni?
Benim tatlı annem gelmeyecek bir daha


- Paul Celan - 
boğazımda can vermek üzere olan bir adamın hırıltısı. korkuyorum biraz, azrailin beni götürecek olduğu yerden. ve biraz da buruk bir sevinç. aşk ve ölüm; bazen sadece istatistiklerden ibarettir. çünkü kolay unutmayız sevdiğimiz kadınları ve ölülerimizi.

vrijdag, oktober 04, 2013

Gecikmiş bir şiirin en zor olanı

ağır yüklerim var
kaldırmayı düşünemeyeceğim yüklerim
ilerletmeye icbar edilişlerim
roma’nın dev arenasına bağlanmış bir zincir
diğer ucu çin seddine ağır zincirlerim
diğer ucu azı dişlerime bağlı üç uçlu.

işaret parmağımın ucundaki hafiflik
beni aşağılara yitiyor en düşmem dediğim uçurumlarım.
zorda kaldığım birçok zamanlarım var
ağrıyan omuzlarıma kızgın bir demiri sokar gibi
kanatlarını meleklerin getirip omzuma takan şairlerim
nefes almanın zorlaştığı zamanlar.

yaptığın oyuncaklarla oynamayı bir türlü beceremeyişim
dünya denen büyük boşluğu
içimin neresine atarsan at
diğer yanlarımın hep boş kalmaları.

- Ümit Güçlü -

Osman Konuk - Herhangi Birine Çağrı

İhanetten bir alıntı sağlığınla gelirsin (gelirsen)
Unutmabeni çiçekleriyle yaralarımı süslersin
Utanılası bir şeydir katıksız pembeliğin
Bu yüzden kitaplardan yalnızca
Islık çalmasını öğrenebilirsin
Tüm iyiliğin filmlerin iyi bitmesini istemek
Ama bu kente gelirsen unutma beni ara
Sana bir çay ve temiz yaralar ısmarlarım
Öfkem geçer dinle yüzümü sevgiyle bakarım
Kimse değil seni yalnız ben anlarım

- Osman Konuk - 

zaterdag, augustus 31, 2013

Delirmek

LPG fiyatları muhabbetimsin sevgilim.
Anlamsız… Kendiliğinden…
Huzurun çok tehlikeli olduğunu söylemiş miydim?
Kıytırık ideallerin meçhul faili.
Kerâât vakitlerinde uyku vazgeçilmezdir.
Hem bu yüzyılda herkesin bir kere delirmeye hakkı vardı.
Bunu İsmet Özel’den duyduğumu söylemiş miydim?

TV’de sakar adamlara gülünce daha ev babası olunuyor.
Samanyolu dizileri ailecek izleniyor.
Süper şive yapıyorlar,
Vasat vazgeçilmezdir.
“Vasat öldürür.”

Gayet günahtır yolda kadın öpmek,
Gayet romantiktir asfaltta kadın dövmek.
Anneler asfaltta daha bir annedir,
Anneler çocuklarını hep sever,
Anneler hep sever çocuklarını,
Anneler çocuklarını…
Anne…

Hacca gitmiş ev sahipleri besliyorum içimde.
Tarafını belli eden karınca duasına muhtaç…
Depozito önden,
3 oda bir tespih,
Tam burada, birilerinin ölmesi gerekiyor.

Bir dostla simülatif sohbetler
Telefon icat olunca ilahi mesaj gelir mi?
Bunu beş kişiye yolla!
Bunu kaygılı operatörüme armağan ediyorum

Ben bir korkağım.
İçimde kaplumbağaları hep ters çeviriyorum,
Mutluluklarım gıyabımda tamamlanıyor.
Uzun menzilli aşklara inanmadığımı sanmayın
Buna teknolojim müsaade etmiyor.

Suikastten bahsetmiş miydim?
O kadar yaralamaz adamı
Attan düşmek kadar,
Suikaste maruz kalmak…
Enseye tek kurşun.

Tamam, bir umut var:
Geri sarıyorum kaseti
İkea yok olur belki
Tahta sedirler üzerine şiirler yazılır
Korozyona karşı sendikalara inat
Metaller çürür,
Kimse delirmez…
Belki Senegalliler torun sever
Delirme hakkımı saklı tutarım belki.

- Mahmut Oktay - 

Biz Kadınlar

Biz kadınlar ne kadar yakınız kara toprağa
Kuğu kuşundan sorarız, ne umar bahardan?
Kucaklarız çam ağacı kütüklerini
Fal açarız güneş battığı sırada.
Birini sevdim, epey oluyor inanmıyordu hiçbir şeye.
Soğuk bir günde geldi, içi boş gözlerle
Ağır bir günde gitti, alnında unutuş.
Çocuğum yaşamazsa bilin ki ondandır.

- Edit Södergran - 

woensdag, augustus 28, 2013

Allah ve sen

Allah biliyor ya; yakışmıyor adın adımın yanına.
durmuyor ellerin ellerimde, taze bir gül tanesi kadar güzel.

Allah biliyor ya; seni sevmek derdinin kanı bulaştı üzerime.
bana bir silah ve bir mermi uzat; ellerimi vuracağım.

Allah biliyor ya; içim çıkmaz bir sokak.
vakitsiz aklına düşesim var.

Allah biliyor ya; özlemek yarası geçmiyor.
kör bir bıçak ile dağlarım yaralarımı.

Allah biliyor ya; duvarlar üzerime üzerime yürüyor.
kapı kırışlerinde bekle beni.

dinsdag, augustus 27, 2013

Bir Ben

Bir ben biliyorum
yorgun gözlerinin altındaki halkaların
ebem kuşağı olduğunu ve
İstediğinde yedi renk bakabileceğini

siyah saçlarındaki akların aslında
hırçın dalgaların gelgitlerinden oluşan
köpüklerin bulaşığı olduğunu
Bir ben biliyorum
yüreğinin severken,
ölmekten değil de öldürmekten korktuğu için
tir tir titrediğini

kayboluşlarında kendini bulup
her şeye yeniden başlama hevesini
yalnızlığının nasıl kursağında bıraktığını
Bir ben biliyorum
dağların eteklerine ziller takıp
hızla doruklara kaçışından olduğunu
ruhunun serin esintisinin

hayatın çarmıhına
yalpalarda çürüyen tahtaların
paslı çivileriyle gerildiğini

Bir ben biliyorum
her kundaklama sonrası
ormanlarının zehrini
bir hışımla genzine çektiğini

bu yangınlarla
ciğerinin de yandığını
yine de hiç ağlamadığını
Bir ben biliyorum
bu şehrin goncalarını bile sevmediğini
inim inim inleyen gecelerinde
demlenemediğini
bir ben tanıyorum
ve bir ben seviyorum adamım seni bu şehirde adam gibi!

- Lou Salome - 

vrijdag, augustus 23, 2013

Ben Karnında Annemin

Ateşe bak demek geçiyor nedense şimdi sana içimden
erik ağaçları gene aldandı ve kar düştü üstlerine
ben bu bahar da yetişemedim soğuk tutmalıydı diplerini
ateşe bakarak delirebiliriz dalıp renklerine kuru odunların
ateşe bak bu yeter sen orda bakarken beni burada oğul etmeye.

Ben karnında annemin sen bir mermerle bir
bir anne birdir bir mermerle, bilmezse karnındaki nedir
o dengi olmayandan olan sen birsin o dengi olmayan için
arılar ayrılınca da kovanından baba bilmemişse babalığını
oğul bir babadan değil baba bir oğuldan bilinir
ve çok bilinir ve kahırla söylenir ki babalar bir soğan erkeği çok kere
anneler üstünde soğan doğranılan bir kara mermer bile değildir
doğan doğuranda aramamalı kendini bu yüzden, aramalı
o dengi olmayanda ve buluncaya kadar; nasip bu ya
bir mimik’te, bir mermerin içinde.

Benim gördüklerimi görüyor musun?
görüyorsun biliyorum da soruyorum gene de
ben bu mavi suyun içinde sen orda o beyaz mermerin içinde;
rengimiz, ateşin renkleri içinden
kuru odunların turuncusu gibi olmayacak hep, beraberce bilelim
su kabağından çantanı asıncaya kadar omzuna
ayaklarında sevdiğim yürüyüşün olmayacak
ya sabır ikimize de.

Ateşe bak, beni delirtecek olan seni büyütecek
üşüyen bakar ateşe, pervane bakar, kuşlar, gergedanlar
ağır gelen yükü için sahibine tüküren lamalar bile bakar, ateşe bak
gözü yüzünde olduğu için yüzüyle bakar çokları
sen gözünle bakıyorsun, yüzün ellerin yok
utanıp kızaran tenin var şimdilik;
o mermerin içinde o kızarıklıktan bildimdi ya seni
ya sabır şimdi bana.

Ve şimdi ya sabır sana
ateşe bakarak büyümeyi beklemek güçtür çünkü biliyorsun
ateşe bakarak delirmeyi beklemekten.

- Celal Fedai - 

dinsdag, augustus 20, 2013

Maria Faranduri - To Mystiko

Kalpten, kırmızıdan, şaraptan ve aşktan
o kadar bahsedip o kadar uzak durduk ki
korkar oldum artık dostlarım
narların rengini göremeden
ansızın kovulacağız ilahi bahçeden

Ne kadar büyükse Nuh'un gemisi
o kadar küçüldü yüreklerimiz
kadınların tülbentini rüzgâr değil
içimizin iblisleri uçuşturuyor artık

Herkes bir parça ölü madem
güzellikle kapanalım kuyulara
biz doğuralım yeter, taşlanmaz Yusuflar

Ya da susalım hep beraber
sessizlik kalmayıncaya dek

maandag, augustus 12, 2013

ölümdür insanı en çok garip kılan
göğsümde çalan eski bir gramafonun 
sesi çağrıyor mezar taşlarını.
ritmi bozuk kalp sahibiyim;
acımasız ve öfkeli.

maandag, augustus 05, 2013

Üvercinka

Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu 

                                                              kesmemeye
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
                           Afrika dahil

Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
                           Afrika dahil

Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Birçok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
                           Afrika dahil

Birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse 

                                                  değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna

                                                            diziyorlar
Bütün kara parçalarında
                            Afrika dahil

Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajında akşamüstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında
                           Afrika hariç değil


- Cemal Süreya - 

donderdag, juli 18, 2013

Yaşamak İçin Prova Yapan

içim yalnızlıklar evi
burada sigara içilmiyor, burada, burada da
kimse yaşadığıma bakmasın
kayısı çekirdeğinden inciniyor dudaklarım
dudaklarım, yüzünün coğrafyası
yerleşik hayata geçersen, yurt diyecekler oraya
belki eliflam’ın dizinde çekilen sükut
ne içre kesinlikli bir yürek sarası
ne zaman geleceği belirsiz
gelirken korkulu bir cümle ağzı
köpüklü bir inilti, bu yüzle denize inanamazsın
çünkü bir deniz ki, her zaman bir gemi götüren
çünkü bir deniz her zaman bir gemi getirmeyen
yalnızlıklar körfezi
yada matematiksel bir işlem
bir eksi bir eşittir..
bu kadar matematik bilmeyin

 
-yalnızlık kolay sorudur ,
birlikte olmak zor-

 
bir mızıka aldım bugün, sevindim
kızıma çalacak bir gök aynası buldum
hırsız demeseler duracaktım
bu şekilde kalmak gibi hünerlerim de var
hanemize bir şeyler düşmeli bu şarkıdan
babam işten gelir, sevgilim beni bulur
sevgilim beni bulacak kadar geri dönmeli şarkıda
her kes kendi yalnızlığına posta atar
-kutuya bakmak bir iman teslimiyeti-


[ Feyzi Baran ] 

dinsdag, juli 16, 2013

ensem soğuk
bir cenazelik yer var omuzlarımda.
ve kim taşıyacak şimdi bu ölüyü?
karnıma çiviler saplanıyor.

bir ağacın gövdesi kanıyor
hiç bir salâ'da ismim okunmuyor,
sevdiğim kızın neş'esi patlıyor suratımda.
ağzım kahkaha dolu,
konuşamıyorum.

azmediyorum yaralarımı gömmek için bir çukura. 
öyle bir çukur ki,
sen de kaybolmak kadar derin.  

donderdag, juli 04, 2013

zoruna gidiyordu adamın bir çok şey... bir çok şey vardı boğazında dügümlenen. içini kanatıyordu durmadan ve bu dahi artık ona acı vermiyordu. kimi zaman yolda durup nereye doğru gittiğini düşünüyordu ve  haykırıyordu içinden çığlık çığlığa; "ben kimim? neden beni unuttunuz? ve neden kanıyor dudaklarım?"

"Tanrım!" diyordu adam: "Tanrım! bela, bağdaş kurmuş ve suratıma sırıtıyor." 

zondag, juni 23, 2013

Sen Drom

Radyoda ikimizin de sevdiği bir şarkı çalıyor
Bir yerlerde radyoyu mu açtın acaba

Cemre düşüyor içime bu kış kıyamette
Sokağımdan mı geçtin ne

Takılıp kalıyor bakışlarım bir yere
Aynaya mı bakıyorsun orada

En sıcak ceplerime sokuyorum ellerimi
Ellerin üşümüş olmasın

Sensizlikten yararlanıp çığ gibi iniyor zaman
Saate mi bakıyorsun acaba

Göz kapaklarım ağırlaşıyor kurşun gibi
Uykun mu gelmiştir şimdi

Nasıl da acıktım birden
Sen neden yemek yemedin

Öğlen oldu gün karanlık
Belli ki uyanamadın

Dışarıdan kuş cıvıltıları geliyor
Ne diyorsun bakayım sen

Issız gökte bir bulutçuk, oradan oraya göçen
Bu sen misin gerçek dışı, gerçeğin şehrinden geçen

 - Mürsel Sönmez -

zondag, juni 16, 2013

“Süleymaniye’nin karşısında,tarihin üstünde bağdaş kurup oturdum tespih çekiyorum: Seni seviyorum.Seni seviyorum.Seni seviyorum.”
- İ. Paşalı -
Ben, ellerim ile ördüm bu ayrılıkları. 

maandag, juni 10, 2013

Çizik

Geleceğim, bekle dedi, gitti.
Ben beklemedim,
O da gelmedi.
Ölüm gibi bir şey oldu,
Ama kimse ölmedi.

- Özdemir Asaf - 

Ben Hüsrev...


maandag, juni 03, 2013

Ölümden İtinayla Dönülür

Kör ama işlevsel
Emniyet kemeri hayata bağlar bebeğim
Bağladığı hayat hayat mıdır bakmaz
Ve bazı arabalar sadık bir köpek gibi
Kendinden vazgeçip sahibini korur
Sen izlemedin bilmezsin
Battlestar Galactica çok önceden haber vermişti bize
Tenekeler de ondan emir alıyor baksana

Hakimiyet benden kaçtı da nereye saklandı bilmiyorum
Oysa güzel bir ilişki vardı aramızda; el ele verince çok çevik ve bıçkındım
O gidince çok döndüm başım dönmedi
Mekanik bir coşkuydu nasıl da yakındık
Yukarıdaki mısralarda spin atmak anlatılmaktadır
Beyaz ve yumuşaktı bir an her şey
Hani kefene sarsalar çok da yadırgamazdım gayet mantıklı bir geçiş olurdu
Sadakaları o kefeni yırtmak için vermemiştim
Hala ayrı olmamız iyi mi yani bebeğim

İnsan algısı sıra dışı durumlarda aşıyor sınırlarını
Belki beden tehlikeye girince içimize cin kaçıyordur
Kendine ayrı bir dünya kurguluyor biraz paganik
Kudreti her şeyi fark etmekte
Müdahaleyi ise başka bir tanrı üstleniyor olmalı
Ama onunla görüşmek yasak
Yüksek farkındalık düzeyimiz işe yaramadığında tek tanrılı dinler daha anlamlı geliyor
Hayatın daha anlamlı hale gelmesi içinse ölmemiz gerekiyor, buna daha vakit var

Algılarım iyi iş çıkaramamış
Kurguladığı yeni dünya sarsıntıya dayanıklı değilmiş maalesef, hemen yıkılıyor
Biraz koku biraz duman
Daha üstünden 1 gün geçmemiş o konuşmanın
Benzin mi hemen tutuşur mazot mu?
Bu gece bu kadar tecrübe yeter cevabı uzmanlardan alacağım
Bir dünya kurmak epey ses çıkarıyor olmalı ki duyan gelmiş
Siyah parlak elbiseli bir travesti mesela
Yanağımdan makas almadıysa da geçmiş olsun dedi
Şaşkın İzmirliler vardı sonra Avcıları Anadolu yakasında arayan
Kendini deniz otobüsü sanan bir grup
Meraklı bir kedi aradım, paşa beni merak etmiyordu uyuyordu
Babam da uyuyordu annem de ama ben uyandırdım
Merak etmeyin ben iyiyim, çok özür dilerim, sarılmalar vs. vs.

Yemeğin üstüne yenen meyve alkole dönüşmüyormuş
Prosedürler gereği sarhoş olmadığımı ispatladım
Sarhoş olmak için alkol almak gerekmediğini söylemedim onlara
Devletimiz sağ olsun sağlığımı benden daha çok düşünüyor
Belki kaç metrelik bariyere zarar verdiğimi hesap etmeselerdi daha çok sevebilirdim
Bence benim beklentilerim tutarlı
Cana değil mala gelsin diye teselli ettiklerinde bariyerde neymiş senin canın sağolsun demeleri lazım
Şimdilik annem canın sağolsun dedi ama başıma kakacak biliyorum
Yemin et dedim etmedi, oradan biliyorum
Halbuki canım sağ olmasa başıma kakamazdı, arabaya da üzülmezdi
Tüm bu olanlardan bir ders çıkardım elbet:
Gece vakti kafayı dağıtmaya çıkarsan arabayı dağıtırsın, kafanı bir başkası

Velhasıl
Kaza yapmak çok kolay da ecel gelmeyince ölmek, ölmedikçe kavuşmamız imkansız
Eli güçlü olan hep O
Allah meydan okumaları sever
Büyük konuş ve ondan geriye doğru saymaya başla
10 9 8…
Kavuşalım diye ölümsüzlüğümü ilan edeyim diyorum, ne dersin?

- Imre - 

maandag, mei 27, 2013

göğsüm toprak ile dolu
bir kürekte sen at
içimde dolaşan
mezarından yoksun
cesetlerin hatrına

dünya çok dolambaçlı bir yer
git git bitmiyor
ki ben nereye gideceğini dahi bilmeyen
yol'suz ve yoksun
seyyâh olsam dönebileceğim bir şehrim olurdu

akbabalar kadar özgür olsam
ya da bu böyle değildi
ki özgürlük
benim için
nefesinde can bulmaktır

şimdi kurtar beni bu içimde arsızca yer etmiş cesetlerden
korkuyor değilim
lâkin karanlık
ve ağzım
ellerim
toprak kokuyor



maandag, mei 20, 2013

sigaram bitti ve tükendi zaman
artık ölüme daha yakınız.
şehrin nefesi gözlerimi yaşartıyor
yine vapurlar kalkıyor o limandan
ve gökyüzünü parçalıyor martıların çığlıkları.
bana biraz "sus" de.

vrijdag, mei 17, 2013

adın sızıyor dişlerimin arasından
parmaklarım tütün sarıyor.
düşlerimin ortasından gelip geçiyorsun
ayak izlerinin altında kalbim var
kalbimi ezip geçiyorsun.
ah kalbim...

ağlıyordun geçen gece rüyamda
siyah bir çimenin üzerinde
gökyüzü damlıyordu omuzlarına
evet, gökyüzü...

işte bu da böyle bir rüya;
içinde senin hep karanlıkta kaldığın,
sadece bir rüya...
rüya.

woensdag, mei 08, 2013

şu dünyada bazen giden için gitmek en büyük mutluluktur. bilmem gidenler gittikleri yer de mutlumudur. ki ben buna asla takilmam. şimdi uzun bir yolculuğun başındayim. ki hayat bazen hep gitmek değilmidir gülüm. 

annem ağlamadı ben giderken. korktum! acaba göz yaşları kurumuşmudur diye. bir erkeğin yerine hep anneleri ağlar. giderken ardımdan bir bardak su, biraz da gôz yaşı dök anne. 

şehri aydınlatan yıldızlar bekler yolumu. ben bu kadar mi yalnızım diye sormak geçmez içimden. ben durmadan içimi kanatirım; dudaklarımda kan lekesi.

ki bazen narin ve ince ayakları ile kaldirimi çiğneyen güzel bir kıza aşık olasim gelir. insan aşık olunca, yedi kat göğe yükseliyor be güzelim. 

maandag, mei 06, 2013

Bu da böyle bir metindir


başkasının önce oyunu kaybetmek
çerçevenin dışarı alır / utanç adınızı koyar
Yüzünü örtmek / Eğer ırk çalıştıramazsınız
hızı çok hızlı / sadece sürmez
Eğer sana bakmak seviyorum
korkunç şeylerden zevk alırken Bana çektirdiğin
ben verirseniz götürmek
hayatımı
benim gurur bozuldu
Eğer ben ben olacak söylediğim şeyleri seviyorum-
Kendimi tekrar zarar olacak şekilde sadece intikam almak için
azı hayatımda vermek ne zaman götürmek
benim gurur bozuldu
koro:
Eğer yanlış asla olduğunu düşünmek istiyorum
Önemli biriymiş gibi davranmayı seviyorsun
Birinin senin gibi acı çekmesini istiyorum
Eğer neler yaşadığını paylaşmak istiyorum
(Eğer öğrendiklerini canlı)


- Ali Berkay - 

vrijdag, mei 03, 2013

Korkma! bu sadece bir siir.

"Ne etsem berabere bitmedi o yılgın maç
herkes ben de kalanı küçük bir sıyrık sanır
sen aklıma geldikçe içim nasıl izdiham
terkedilmiş bir evin ilk günü kadar ağır"

- Ali Ayçil -

donderdag, mei 02, 2013

İki Elma Şekeri

Bilemezdim böyle bilemezdim
Bir gün evdeyim dediğinde
Her şeyin dokunaklı geleceğini
Geçenlerde bir arkadaş demişti
İnsan yaşadığı kadınla ölmeli

Bu gözyaşlarını tanıyorum bir yerden
Tanıdığım gibi çalsa şu telefon dediğim geceleri
Katlayıp dolaba kaldırdığım seccade
İçim burkulmasın diye gördükçe
Neler geçti bir bilsen
Son kandil gecesinde içimden
Bulamayınca son kitabı kütüphanede

Korktum kader bir sarışın pençeyle
Çekip alacak gözümden son taneleri
Diz çöküp yakardığın bu yerde

Anlattığın rüya bir bilsen
O gün çıkarken Çamlıca tepesine
Bir sessiz hikâye bir kısa yol filmi
Bir çocuk elinde iki elma şekeri
Kucağında değil ne de elinde eli
Sevdirmemiş sana kendini
Ayrılıp gitmek istemiş
Ürkmüş görünce
Üstüne gelen ilk otomobili

Ne Allahaısmarladık
Ne güle güle

- Cevdet Karal - 

zondag, april 28, 2013

Bu olanlarin hic biri ben cok sigara iciyorum diye degil. Her sabah yeniden uyanip ve yeniden uyanislarima aldirmadan tekrar ve tekrar uykuya dalislarimdan degil. Gec kaliyorum diye degil; ardindan yetisemediklerime. Sevdigim bir sarkiyi zilyon kez basa sarip, senin sesine benzetiyor oldugumdan degil. Umrumda degilmis gibi, umarsizca yasayip gidiyor olmamdan degil. Öfkemin git gide alnimda cukurlasmasindan ve gözlerimi, gözlerinden mahrum birakisindan degil. Sukût degil. Unutmak, kavusamamak degil. Korku degil. Keder degil. Efkar degil.
 Hasret degil. Bela degil. 
Ölüm degil. 
Sensizlik...sensizlik.!    

zaterdag, april 20, 2013

Senin güzelligini kiskanir bahar.
bu yüzdendir hayiflanmasi.
aksam olur ve cocuklar evlerine dönerler
anneler cam köselerinde beklerler, binbir telas icinde;
ben seni öyle beklerim.

Oysa bir aksam vakti karissan evlerine dönenen cocuklarin arasina
ve ben bana dönüsünü senin; cam köselerinde degil, sokagin basinda degil, yol'da degil;
sehrin kapisinda beklerim.  

Efendim

I

Boynuma bir ip at
Kölen diye yollarda gezdir beni

II
Gözlerini süzüyorsun
Bir balık gibi akıyorsun kaldırımlarda
Bir daha yüreğini kaparsan bana
‘Bu yaprağı parampaça yaparım’
Çiçekler sarı yapraklar ve bir ocak ayı
Ağız ağıza sin ve cim harfleri
Ateş kararıyor, bu içimin alevleri
Acı çekiyorum elimden alınmışsın gibi
Bir mektup hakiyemiz olacak
Baştan başa notalar bülbül ağızları
Dik kafalı bir baş görüyorlar
Başını eğmiş dalların yaprağında
Zayıf bir çocuk yüzü, gülümsüyor
Dikkatle bak, korku dolu bakışları
O boğulurken gülücükler
Saçılıyor
Ölüm bir kuş kaldırıyor mezarlıktan
Ak kanatları, hayat yok oluyor
Çıkıp geliyorsun
Kor gibisin, bir kar gibisin
Soruyorsun: Zarifoğlu bana dargın mısın
Yoksa uyardılar mı seni sevdamızdan
‘Yaşamak’ bir perde gibi kalkıyor aramızdan
Zamansız mekansız bir tünel başındayız şimdi
O mavi gözleri görmüş olmalıyım
Bir ikindi vakti kaskatı ellerimin altında
Uçuşlu saçlar bukleler
Üstünde uyuyan eller
Sevgim uzanıyor
Soluk soluğa uyandırıyor menekşeleri
Görüyorum kıpırdanışlarını
Uykunda gül açan yanaklarını
Haydi uyan
Haydi canlan “hazan yaprağı”

- ACZ - 

vrijdag, april 19, 2013

Beşikten mezara kadar

seni istikbal için önce gelmek cihana,
ve başkasından almak sonra geliş müjdeni.
bir nefes dinlemeden yıllarca koşmak sana,
aramak her tarafta… bulmamak asla seni.

suda, rüzgarda, kuşta senin sedanı duyup
seni beyaz çiçekli dallar içinde sanmak.
vuslatın rüyasını görmek üzre uyuyup
hasretin azabına ermek için uyanmak.

başka bir şekle koymak her gün güzel yüzünü,
boyamak gözlerini bir siyah,bir maviye.
tek seni hayâl için süzerek batan günü,
gece mehtaba dalmak,sen de dalmışsın diye.

seni anlatmak üzre yazıp her gün bir gazel
geçirmek ömrü yalnız sana dair eserle.
saçlarını çözerek hûlya dizinde, tel tel,
bugün güllerle örmek, yarın menekşelerle…

tesadüf ümidinin bittiği müthiş anda
dudağa kanla çizmek yeniden tebessümü:
seni istikbal için artık öbür cihanda,
dosta el sallar gibi,davet etmek ölümü.”

- faruk nafiz çamlıbel -

zondag, april 14, 2013

Sultan

Seçkin bir kimse değilim
ismimin baş harfleri acz tutuyor
Bağışlamanı dilerim

Sana zorsa bırak yanayım
Kolaysa esirgeme

Hayat bir boş rüyaymış
Geçen ibadetler özürlü
Eski günahlar dipdiri
Seçkin bir kimse değilim
İsmimin baş harflerinde kimliğim
Bağışlanmamı dilerim

Sana zorsa bırak yanayım
Kolaysa esirgeme

Hayat boş geçti
Geri kalan korkulu
Her adımım dolu olsa
İşe yaramaz katında
Biliyorum
Bağışlanmamı diliyorum


- ACZ - 

maandag, april 08, 2013

Sevgilime iftira

Dudaklarından kalkarken boynun kurcalar beni
bir yanımı kara çıbanlara saldılar,ıslak
bir yanım hiç ayrılmamıştır,gümeçlerde saklıdır
ondan ki nefret içinde omzunu okşuyorum
ama bana şimdi gerçekten zor gelen şey
bir grevin çocuklara kazınmış izlerini hatırlamak
sözlerimi etime bastırıyorum
içimde çalılıkları yaran bir postalın tortusu
benim bu sası karanlığa zorla,zorlayarak
tutuşmuş bir gül sıkıştırmak boynumun borcu
yeter ki
sağlam senetler verilmiş sanılırken aşkı karartmak için
sen bir daha beni saçlarınla sıyır
ağdalanmış sevincimi hışırdat,bunu yapabilirsin
çünkü bütün bankalar,silah fabrikaları
her gün bacaklarımıza sırnaşan kara köpük
senin sessiz gururunda homurdanan tufanı
hesabetmiş değil
bilmemişler hıncımın yaban otlar suladığını
çalakalem sevebilmek elimden gelmiyor
belki evet
onların mühürlerini kımıldatan barut dumanlarını
solumaktan biraz çopurlanmıştır sesim
senin göğsünü ağartırken yıpranılacak elbet
bakışlar tozlanacak dolukmuş sofalardan
ezikliğin şehveti yayılınca
taptaze yaşlanmayı da öğrenmem gerekecek
iştedir yalanı seyreltiyor uykusuzluklar
aklımın köşesinden atlılar geçiyor
değil mi ki beni şımartan gökyüzüdür
ve ben o tanyerlerinin sulbünden gelmekteyim
hiç bir dostumu kalebent saymam parmaklıkların ardında
kan değildir dostlarımın çakrışına bulaşan
kan değil,mürekkep lekesi ben bilirim
çünkü birgün gerçekten kan aktığında
ölüm çiçeklerin yırtıcı dülgerliği sanılacaktır
karaysam şimdi öfkenin payı vardır karanlığımda
aşktandır titrediğim eğer ki titriyorsam
sözlerim öcalan ağza misvak,iyice anlaşılsın
bu dağlanmış toprağa süzülen ayaklarımdan
keşke kan olsa
o zaman
senin çardağına çıkarken
karıştırırken şarapla kendimi sana
varsın gün geçtikçe herşeyde biraz kahır
biraz bakır çalığı olsun lokmamızda
bana soru sor artık
beni kurtarma,konuştur
beni yaz geceleri patlayan sağnaklara bağışla.


- Ismet Özel - 

zondag, april 07, 2013

Yillar yillari kovalar. Gemiler kalkar limanlardan uzak ülkelere.
unutmak zor istir, bilirim. Gitmek ise en kolayidir ve bu yüzden gemiler hep gider.
ellerime nar bulasir, kan kirmizi nar
kanim aksin ki, en az nar kadar severim ben seni.

Kediler tutmus sokak baslarini. Her biri birer eskiya gibi yolumu gözler.
azigim az, yolum uzun. Ah sen bilmezsin, deli gibi gitmek geciyor icimden.
kizgin demirler ile daglasam ellerinden mahrum kalan ellerimi,
agriyan yanlarimi omzuna yaslasam, bir daha o bankta otursak seninle;
ve deniz koksa her yanimiz.

Simdi mevsim bahar. Vakitsiz ölesim var.! 




vrijdag, april 05, 2013

Uzat, ellerin ile kalbini uzat. Bir buselik yer ac yanaginda bana.

dinsdag, april 02, 2013

Ah sevgili! kaç tesbih tanesi eder benim bu sabrım. Kaç cana bedeldir senin güzelliğin. Ve hangimizin kalbi dayanır seni bir gonca tanesi gibi taşımaya.

zondag, maart 24, 2013

Intiha

Sen de bilirsin hüznün incelmişliğini,
Fırınında değil, mezecilerinde bulunur kalbimizin,
Oysa keder, kara ekmek gibi zorunlu nerdeyse...
Senin verdiğin hüzün kedere dönüşüyor gitgide.
Sabah güneşi vuran doruklardan,
Pembe rengi sildim şimdiki halde...
Tipiyi çağırdım, göz gözü görmesin yine.
Gözlerime ilgisizlik bulutları ardından,
Kış güneşi gibi soluk, serin bak.
Her zamanki bakışınla muhakkak,
Özlem bulutu çözünür, taşkın olur.
Sabah güneşi vuran doruklardan,
Pembe rengi sildim bugünlerde;
Dağdan kereste kesemem bunu bekleme,
Kafeste kuş beslemek de değil bana göre
Son nefesine yetişmeyi düşler miyim,
-Tanrı beni korusun-
İlgisizlik bulutları ardından,
Kış güneşi gibi soluk bak gözlerime.
Tipiyi çağırdım göz gözü görmesin yine;
O güzelim bakışın kesinlikle
Eritir buzulları taşkın olur.
Ömür vâdisinin sona erdiği uçurumda,
Duygu nehri çavşanlaşır ve korkunç coşkun olur. 

- Hüsrev Hatemi - 

Bedahşan İli Ve Yüreğim

Sen çık ve salın, gün akşamlıdır
Tükeniyor, yok oldu bile sevgi
Yazılsın tarihi ve sezilsin
Sonlanışı aşkın, artık o yok ki...
Öyleyse gülüm, neye yarar bilim;
Ezelden ölümün ettiği zulüm,
Granit kayalara kazılsın.
Umardık yüreğimizin yazıtları,
Yâni o kayalar, bir de kanımız,
Bir gün lâl olur Bedahşan’da.

Ah kuzu, bıçak hep senin boynuna
Kirlenmiş çöllerde şimdi Leylâ...
Teneke kutu ve çöpler yanında,
Yüreğimiz lâl olmaz asla.

Yeridir, bu yürek şimdi ezilsin,
Yazılsın tarihi ve sezilsin...
Bir zaman vardı, şimdi yok sevgi
Sen çık ve salın, şunu da bil ki,
Küskün gider gidenler yer altına
Nice gevher bedenler çürüdüler
Gevher canlar imiş, parlıyor hâlâ
Tek sahipli ve çok yüzlü bir tebessüm
Özlem ve buluşmalar hep onunla.

Ben kınanma hırkasını kendim giydim eğnime

Sağtöre kadehini taşa çaldım kime ne
Bu kimi ilgilendirir Beyefendi?
Çünkü nice beden, gevher misâli
Arzın sandukasına kondu.

Ah çık ve salın ki gün akşamlıdır
Dilim ise lâl olacak yakındır
Ama yüreğimin kanı ve kayalar,
Lâl olmayacak Bedahşan’da...
Of kuzu, bıçak hep senin boynuna
Sen çık ve salın, gün akşamlıdır.


- Hüsrev Hatemi - 

maandag, maart 18, 2013

Sevdigin sarkilari dinleyip, yeni siirler biriktiriyorum. Senden sonra müptelasi olucagim bir sey kalmadi. Siir biriktiriyorum. Insan hic siir biriktirir mi diye sorma. Icimde rüzgar rüzgar, firtina firtina, yagmur yagmur seni biriktirmektense; siir biriktirmek bana iyi geliyor. Bana cok az iyi gelen seyler var fakat bunlarin ne oldugunu dahi bilmiyorum. Bazen yazmak gibi sacma sapan islere bulasiyorum. Hani yazmazsa insan, bir seyler yolunda gitmicekmis gibi olur ve gercekten hic bir sey yolunda gitmez ya.Yazinca da gitmiyor iste. Sonra unutkanlik vuruyor basima; halan ocakta elimi yakiyorum, cayi unutuyorum, sigara icmeyi dahi beceremiyorum. Bu becereksiz halim senden mi yoksa sensizlikten mi bilmiyorum. Neden sonra bir yerlere gitmek geciyor icimden; tren vagonlari pek gürültülü, gemiler oldukca sessiz, cocuklar uykusuz. Hersey seninle göz göze gelememek kadar karanlik.    

dinsdag, maart 12, 2013

Bir "veda"nin hangi surette göründügünü ben bilirim. Ben bilirim ayriligin kapi kirisinde sallanisini...  

maandag, maart 11, 2013

beni bu yalana inandiran sendin.simdi her yanim camur.sahibi yok bu yazilanlarin.
ve hatta sair falan da degilim. üzerime alinmiyorum bu gündüzleri. cocuk sesleri ile gözyaslarinin gürültüsü birbirine karisiyor. ac martilarin cigliklari bastiriyor uzaklardan... cok uzaklardan kulagima fisildanan sesini. 
Biraz daha uzun yasiyacak olursam, mezarim derin olucak.ne bahari ne de seni bekleyecek kadar vakti yok telaselerimin.yürümeyi becerebilseydim, kaldirimlar ayak seslerime tahammul edebilseydi, ellerim ellerine degse idi, yagmurun gölgesine siginabilseydik, ama beraber; uzamasa idi uzakliklar, git gide, sabredebilseydik ve tutabilseydik öfkemizin zincirlerini, buna inanacak üc bes sahit tutabilseydik; kurtulurduk belki.




zondag, maart 10, 2013

Köşe

1.

Saçlarını kimler için bölük bölük yapmışsın
Saçlarını ruhumun evliyalarınca örülen
Tarif edilmez güllerin yankısı gözlerin
Gözlerin kaç kişinin gözlerinde gezinir
Sen kaç köşeli yıldızsın

Fabrika dumanlarında resmin
Kirli ve temiz haritaları doldurmuşsun
Hâtırasız ve geleceksiz bir iç deniz gibi
Aşka veda etmiş topraklarda durmuşsun

Benim geçmiş zaman içinde yan gelip yattığıma bakma
Ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim
Bir tek köşen bile ayrılmamışken bana
Var olan ve olacak olan bütün köşelerinin sahibi benim
Ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim
Sen kaç köşeli yıldızsın

2.

Evlerinin içi ayna döşeli
Ayna hâtıra gözler ve sevmek
Benim aşkım bin bir köşeli ah bin bir köşeli
Bir köşe gidince bin köşe yeniden gelecek
Ayna hâtıra gözler ve sevmek

Evlerinin içi kabartma bahar
Köşelerinde keklik gibi bakıp duran saksılar
Halıları öpe öpe nakış yapar nakış gibi ayaklar
Siz söyleyin insan seve seve ölmez ne yapar
Köşelerde keklik gibi bakıp duran saksılar

Evlerinin içi yeni güllerden
Görülmemiş güneşleri görülmemiş gözlerine getiren
Sağ köşedeki entari sol köşedeki şapka
Beni katil suların ortasına bıraka
Katil sular güneşi gözlerinden götüren

Evlerinin içi gurur döşeli
Benim aşkım bin bir köşeli ah bin bir köşeli

3.

Sen geldin ve benim deli köşemde durdun
Bulutlar geldi ve üstünde durdu
Merhametin ta kendisiydi gözlerin
Merhamet saçlarını ıslatan sessiz bir yağmurdu
Bulutlar geldi altında durduk

Konuştun güneşi hatırlıyordum
Gariptin yepyeni bir sesin vardı
Bu ses öyle benim öyle yabancı
Bu ses saçlarımı ıslatan sessiz bir kardı

Dişlerin öpülen çocuk yüzleri
Güneşe açılan küçük aynalar
Sert içkiler keskin kokular dişlerin
İçinden geçilen küçük aynalar

Ve güldün rengârenk yağmurlar yağdı
İnsanı ağlatan yağmurlar yağdı
Yaralı bir ceylan gözleri kadar sıcak
Yaralı bir ceylan kalbi gibi içli bir sesin vardı

Sen geldin benim deli köşemde durdun
Bulutlar geldi üstünde durdu
Merhametin ta kendisiydi gözlerin


4.

Taşların ortasında Leylâ'nın gözleri
Leylâ köşe köşe göz göz şiirin ortasında
Ben Leylâ'yı bulduğumdan yahut kaybettiğimden beri
Leylâ ya o adamın bardağında ya o dağın ortasında

Ben Leylâ gibi güneş doğarken uyanamam
Şehir gece gündüz benim içime uyur
Leylâ'yı götürüp Londra’nın ortasında bıraksam
Bir bülbül gibi yaşamasını değiştirmez çocuktur

Leylâ diyorsam kesik yanaklarıyla Leylâ
Üç köşeli dünyasıyla
Okuyla yayıyla yaylasıyla acımasıyla
Leylâ diyorsam şu bizim gerçek Leylâ

Biz seni işte böyle seviyoruz Leylâ

O gitti bize ağlamak kaldı kala kala

5.

Beni yeraltı sularına karşı iyi savun
Tırnağını taşa sürten yitik keçilere karşı
Bu çeşmenin üç köşesinden hangisinden su içecek
Senin bahtsız ve mesut Eyyub'un

Atların en güzel biçimini sessizce kalbime indiriyor
İçimde İstanbul çalkanırken bozbulanık çeşme
Bir dans için can vermeğe hazır bekliyorum
Sen orda gelirayak kuklalara insan gibi konuşmasını öğretme

Su akıyor birikiyor kan lekeleri
Kurtulsam diyorum bir eser buna engel
Öyle büyüyor öyle çoğalıyorsun
İstanbul kalmıyor

Hangi köşesinde huzur o köşesinde sen
Hangi köşesinde yeni çağlara uygun odalar
Ben bölünmez bir şairsem
Sen bölünmez bir anne
Bir çeşme 


- Sezai Karakoç -

donderdag, maart 07, 2013

Halbuki bir gül ne de güzel yakisir kar beyazi ellerine...    

dinsdag, maart 05, 2013


Saclarini tararim vapurlarin. Martilar mesken tutmustur evlerin bacalarini.
Gözlerin tipki sehrin gün batimi gibi alev alev. Benim ise bir kizillik belirir alnimda cizgi cizgi.
Baliklar kör ve sagir. Ne seni bilirler ne de beni. Ve hatta dünyada yerleri yoktur onlarin. Bu yüzden bir balik dünyayi ne kadar umursuyorsa, seni o kadar umursarim.




 

zondag, maart 03, 2013

Halimi sorma n'olur. Halim hal degil
karanlik odalarda mahsurum
kalabaliklara tahammülüm yok.

Bir tas olsam ve firlatsan beni uzak denizlere
cikmaz bu sensizlik lekesi üzerimden. 

Dilini bilmedigim sarkilar dinliyorum
hepsi seni özlemek kadar güzel. 

zaterdag, maart 02, 2013

Sana öfklenmek kadar güzel bir sey yok
ve bu öfkemi bir tek duvarlar anliyor



Kaldi ise bir baharlik ömrüm, onuda sana vereyim.
Gelmesin kis, günes hep senin üzerine dogsun ki, üsümesin ellerin.
Güvercinler konsun omzuna.



zondag, februari 24, 2013

dogmamis bir siir bekliyor kalemimin ucunda
inan ki parmaklarima sigara daha cok yakisiyor
ellerinin ellerime yakistigi gibi. 



Bazen sana deli gibi sarılmak geçiyor içimden. Ama sadece içimden...
Unuturum diye kahrolurken, hayalin yumrukluyor kapilarimi.

woensdag, februari 20, 2013

“Kimi vakit geldim sana ama hüznüm döndü,
baktım ki işgal gözlerin.
bilirim aydınlık için karanlık da gerekli,
bazen ‘var’ı anlarsın ‘yok’ ile sevgilim…”

A.C.Z. 

zondag, februari 17, 2013

Kaleler biraktik ardimizda, fethi yarim kalan...
Ben, benden yana dertliyimdir ve icimdeki katrani kusarim. Sen bunu siir sanirsin.

zaterdag, februari 16, 2013

Talan Dünya

başına gelenlere güvenenler için...

sabra meşgale taşıyan bir karınca misali bütün yorgunluğumu bir peşinat olarak say yaşadıklarımıza. arta kalan borcumu bir ara nefesim kesilinceye dek ağlayıp kapatırım. her şey güzel başlar. çünkü başlamak bitmenin en uzağında görünür, oysa yanı başındadır. herkes güzel başlar. uzunca bir şarkıya yetecek kadar bir iç çekişle, topu topu iki nefes arasında salınan bir sarkaca atlar gideriz yakınlara. bütün tahminler mutsuz sona oynanır ama ben sonlara inanmayan bir adamım, yani başlangıçlara… ne önceye yetişiyor elim, ne sonraya… ve ölünce olacaklar için sebepleri zihnimden kazıtmam birikiyor ha! birikiyor şu köşe başında birlikte güldüğümüz, şu balkondaki sigara, şu ellerin ellerimde gittikçe birikiyor ha! dönüp mazime baktığımda, yaşanan onca şeye kendimi kattığımda, yani her defasında açıldığım o denize yüzdüğüm gemilerle battığımda; dünyanın yalanlığı ikimiz arasında her daim boğdurulacak bir şeydir ha! öyledir. çünkü hep olmayacak şeylerin yazıldığı bir oyunun bitmeyen provası ve elbet seni bir türlü unutamıyor olmamla düşen irademin muhtevası aynıdır. boştur. bir yere varmaz. boş olmakta ve bir yere varmamakta rakip de tanımaz ha! bunun için dünya ilk elden çıkarılacak bir şeydir bizim için. öyledir. öyledir.

ve sen… bulunmayı hiç istemeyen o çocuk gibi durmadan, bir şarkıdan öbürüne geçiyorsun... peki beni ne diye o ıslıkların dudağıyla büyütüyorsun!? bu dünyada hiçbir yere varmayan her türlü plana vardım. ve hiçbir yerde bu dünyaya varmayan bir plan bulamadım. yo hayır ben bırakmadım, plan yapmak beni bıraktı. hep önceden yapılan bir planın içine daldım. seni gördüm bir planın içinde. sonra seninle hep bir planın içinde kaldım.

şimdi gece uzadıkça, göğün altında yakılan her sigara... her şeyi geride bırakıyormuşum gibi sek! ya biz de kimselerin olmamış bir mazi gibiysek?! koysak ateşi, koysak günahı, koysak bu tahammülfersa hayatı... tutsam elini buradan sabaha kadar yürüsek!

- Alper Gencer -

vrijdag, februari 15, 2013

nedendir bilmem.ayaklarim her seferinde gölgene takiliyor... 

zondag, februari 10, 2013

Eger benden önce ölürsen, kucagimda papatya demeti veya bir gül. Ki eger sen seversen -düsün ki hangi cicegi daha cok sevdigini dahi bilmiyorum- bir karanfil ile sana gelip, mezar tasindan öperim; alnindan öper gibi.

donderdag, februari 07, 2013

Morduman

Bir gülün gölgesi düşmüş yüzüne
Kötü gülün, zalim gülün, dar gülün
Gel otur biraz yaşlanınca kalkarsın
Yüzün biraz, sesin biraz, kal biraz
Annenin elleriyle aynaları silersin

Bir ahın gölgesi düşmüş yüzüne
Derin ahın, yetim ahın, silahın
Beni yalnız bir göl gibi düşünme


Bir taşın gölgesi düşmüş sesine
Kara taşın, boğuk taşın, gizli taşın Bende gölge olup beni üşüme
Kalın gölge, sessiz gölge, yan gölge
Beni yalnız gölge gibi düşünme


Şeref Bilsel -

zondag, februari 03, 2013

"Ben bir mektuba başlamışsam gerisini sen getir
Yarım mektupların verdiği esenlikle öperim alnından
Bankalar kapanır, faizler düşer, bir bakarsın iyileşir dünya bundan
Bana mektup yaz, boş bırakma, ihtiyarlamazsam orta dünya bizimdir" 

- Mustafa Akar -

donderdag, januari 31, 2013

yalnizlik akiyordu pacalarimizdan. deli gibi yagmur yagiyordu üzerimize. kalbimizi terk ediyorduk. kurtuluyorduk gögsümüze binen agirliktan. nefes nefese uzaklasiyorduk. bilmiyorduk yürüdügmüz yollar nereye cikar, hangi kapiya varirdi. ara sira korkuyorduk, korkularimizdan. bazen ansizin kacip gitmek icin cesaret buluyorduk. bunu düsünmek dahi yoruyordu bizi ve bir civi ile sanki oldugumuz yere mihlanip kaliyorduk. acizdik ve bunu bir tek biz biliyorduk. boyumuzdan büyük kederlerimiz vardi. evet! kederleniyorduk ara sira. öfkemiz, dislerimizi tuzla buz edecek kadar keskin ve yaralayiciydi. güzel kelimeleri, güzel cümlelere ekleyip, güzel kizlarin kalplerine postaliyorduk, lakin hep geri dönüyordu.

biz dedigime aldanma. biz hic olmadik aslinda. biz dedi isek ben, biz dedi isek sen. sen ve ben hic mi biz olamadik acaba?

 ve artik vazgecebilecegim bir sen kaldin geriye. 


zondag, januari 27, 2013

Yol sonunda reddiye

Kimse ihtiyaç duymasaydı sevgiye
Güzel ve kısa anlardı. Yoksa hayalim,
Hayalimle mi dolmuştu billûr şişe?
Itır yok, şişe boş, hiçlik kasırgası;
Duygu tanımaz bir karayel işte…
Bir karayel bu şimdi kasıp kavuran,
Son yolculuğunda yürek kadırgası.
Suç onun, sevgiye ne gerek vardı…
Dost sesler mutluluktur ıtır dolu ve billûr,
Bir gün boşalır içi bir sesin, mâlum olur,
Artık kalbimiz kutup denizinde ve yalnız.
Tanrım suç kimindi, nerde hata yaptık?
Keşke sevgiye muhtaç olmasaydık…
İşte ama lâkin ricâ ederim fakat,
Şimdi asla ona gerek duymasaydık…
Ne kadar uzardı düşler, günlerse çok kısaydı
Olaylar geçip gitti, yüreğim yerinde saydı
Bir yere varamadı, ölümse arkasında,
Suç onda sevgiye ne gerek vardı?
Hep başka şartlar düşlerdi, bir de uzak iklimler
Gidenlerden güzel miydi gelen mevsimler?
Yolda düşüp kaldılar şimdi unuttum kimler,
Lütfen lâkin ama tekrar söylemeliyim,
Kimse sevgiye muhtaç olmasaydı. 

- Hüsrev Hatemi -
  


seni çok az düşünmeye and içmeliyim;
düşünmek seni, ölümü mûnisleştirir,
güller açılmağa başlar ardarda.
ama versailles bahçelerinde değil,
hindibalı, ısırganlı yollarda…
seni düşünmek bir konser başlatır o anda,
ama öyle siyah papyonlu bir virtüöz değil,
kunduraları tozlu, bakışları dalgın,
kamburlaşmış kır saçlı bir tanbûri,
yakıcı nağmeler koşturur yüreğimde…
kola değil çay içmektir seni düşünmek,
sen düşünmek erzurum, tebriz, tiflis;
yani aşık garip coğrafyası.
içimde senem’mişsin gibi bir his,
sen bundan habersiz, uzak kentlerde,
batılı bir hüzün yaşarken bile.
seni düşünmekten korkuyorum artık;
ölümlü olduğunu her akşam karanlık,
söyler bana ve buna tahammül zor…
benim ölümüm mûnisleşirken,
seninki kanlı zalim oluyor gözümde.
çok az düşünmeliyim seni çok az.
seni çok az düşünmeye and içmeliyim

(2)
kentlerin birçoğunda uzun kavak kalmadı ki gıcırdasın
ama benim sol yanımda sancı baki…
anne ne olur ki,
sıram gelmiş olsun varsın;
ben ölürsem benden genci var tabii
ama aşık garip değil hiçbiri.
ben de olamadım, yokmuş kısmette,
yaşadıkça şah senem’i hissettim
gerçi tebrize, tiflis’e hiç gitmedim
gitsem de bulamazdım, eminim.
anne yunus ne dediyse hep çıktı
şeytanlar semirdi kuvvetli oldu.
zayıf kalsalar ne farkederdi…
nasılsa onlar galip gelecekti
bundan sonra aşık garip olunur mu ki
sen onu söyle anne.

(3)
şâm-ı garibanda değilsek de,
muhakkak çırağanda değiliz anne
lambalar söndü, çakmağı kim yakacak
bu uluyanlar çakal mı
ben, hırkasını giymiş bir derviş miyim?
yoksa öldüm mü anne…
hiçbir ilişkim kalmadı çevreyle;
yağmur beyhude yağıyor hani camdan,
bakacak arap kızları da nerde?
bir şahin uçurtma marifetim vardı
kaleden kaleye;
cılız kuşcağızlarmış onlar şahin değil,
ben uçurduğum için uçmazlarmış
başıboş uçarlarmış üstelik,
sırtımda hırka, ayağımda terlik…
niye ben ölmüş müyüm anne?
çıktım yücesine seyran eyledim
kayak merkezleri olmuş yüceler;
karlar üstünde kırmızı gagalı bir kara kuş,
dalgın ve bîhuş
bakıştık bir süre, ben kuşça
o, insanca
kerem’ler gurbetle işçiydiler
aslı’ları doğrusu aramadım
şah senem’i düşündüm sessizce
‘dost elinden dolu içmiş deliyim’
makine yağlı köpüklü sokak seliyim
ben sanayi oğluyum, sanayi sefiliyim
endüstriyi seversen değme yarama anne.
halep’e girmeden terkediyorum, halep şen olsun
anne ben nereye gitmeli oldum, bilmiyorum.
o kırılma sınırında ince,
o bir tane;
korunacaktı güya;
‘değmesin hop yağlı boya’
haykırışlarıyla kırıldı.
çok yıllar önceki doğu’da,
ölenler testici dükkanlarında
mey kasesi olurlardı, şimdiyse
çevreyolu geçecek günün birinde
narin kaburgaları üstünden
o korunması gereken bedenin
zalim zaman, onu korumayacak
niye ben ölmüş müyüm ki bunlar olacak?
hırka giyenler fırkasından mıyım?
saat kaç, hangi sene?
anne!

- Hüsrev Hatemi -

"Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için /
Ellerinden devşirir bahar çiçeklerin..."


zaterdag, januari 26, 2013

"Evim ol" derdi. Sonra gitti ve ayazda kaldik.
Simdi ikimiz de ayri daglarin, karanlik magralarina saklanmis birer münzevi gibiyiz;
 ne sen beni biliyorsun, ne de ben seni.

donderdag, januari 24, 2013

Artık hiçbir şeye karşı değilmiş gibi
kayıtsızım
Yolculuğun sonunda ormanda duyduğum sesi öldürdüm
Amacım yoktu sesi öldürürken, ses öldüğü için de
hala amaçsız sayılırım

Ormana karşı değilmiş gibi kayıtsızdım
Ormandan çıkınca şehrin ışıkları ve ışıkların
suda işaret ettiği anlamların adı olan dünya
ile karşılaştım
Dünyaya karşı da kayıtsızım

“Anlamıyorum seni” diyen birine kendimi anlatmak
üzere uzattığım kitap hâlâ okunmadığı için,
Bir gecenin sonunda anlatılmamak için yaşanmış
gönderilmemek üzere yazılmış bir
mektuba koyarak…
Mantıklı olan her şeyin nedenini aradım
Nedenini aramadığım için artık yalnızca ölümü
ve aşkı seviyorum
Konuşma haline gelmeyen şeyleri
Susmalı ve sonra ormanın güzelliğinden söz etmeli:
“Kış henüz gelmişti, kar tertemiz ve her yer
bembeyazdı”
Biz de mutluyduk
Kimimizin sevgilisi vardı
Sevgilisi olanların üstüne bir taş duvar yıkılıyordu
Taş duvar üstümüze sessizce yıkılıyordu
Ses ölmüştü çünkü nedenini aramadan

Sevgilim sensiz olabilmek için sokaklarda
yürüyorum
Sevgilim pencereden bakıyor ve yanıma şemsiye almaya
karar veriyorum
Sevgilim sensiz olabilmek için durmadan “Yağmur
yağıyordu” diye bir cümle tekrarlıyorum
Sevgilim sokağa çıkarken şemsiyemi almayı unutuyorum
Sevgilim son vapuru kaçırıyorum ve iskelenin aynasında
seni ve yağmuru görüyorum
Hava soğuk sevgilim, bütün gün sobayla sevişiyorum

İskelenin aynası ve aynadakilerin işaret ettiği
anlamların adı olan dünya
Ki ona bakarken hayatımıza bakardık
Ya da şöyle söyleyeyim:
Hayatımıza bakarken sanki ona bakardık
Yansıttığı görüntü bakırı altın yapmıyor artık

Daha neler yapmadım seni unutmak için, neler yapmadım
Aşk filimleri seyredip sonra aşksız bir dünyada
yürümek istemediğim için aşk filimlerine gitmedim
Kırmızı bir fular taktım bileğime şeytan kovmak için
Arabamı bütün barların önünde park edilmiş görebilirdin
Barda peşimden gelen o adama, şeytan kovmak için senden
ve Hemingway’den söz ettim:
“Çehov da bir Amerikalıdır aslında”

Neler yapmadım seni unutmak için, neler yapmadım
Üstünde dünya haritası olan bir uyku tulumunda uyudum
İyi şeyler gördüm rüyalarımda
Sonra bir gecenin sonunda
Seni öldürdüğüm için kayıtsızca
Ve artık vazgeçtiğim için omuzlarımı tutan o ellerden
Uzun süre yaşayıp uzun süre öldüğüm
ve mezar taşıma “Ernest ve Scott” yazdırdığım için
Kremalı çorbalar, et yemekleri ve şaraptan bıktığım
Ve durulamalık konyak da çevirmediği için sessizliği
altına
“Yağmur kayıtsızca yağıyordu” cümlesinin yerini
“Yağmur yağıyordu” cümlesi aldı

Sesi yaralı bir kaplan gibi bağırırken bıraktım
“Yağmur yağıyor” dedikçe “Kış henüz gelmişti, kar tertemiz
ve her yer bembeyazdı” diyen Hemingway
Ki boks yaparken yazardı
Ya da şöyle söyleyeyim:
Yazarken boks yapardı
Durmadan sesleniyor şimdi bana:
Dünya güzel mi?
Sen soylu musun?
Sevgilin var mı? Mutlu musun?
Eve dönünce kahve, yemekten sonra konyak içiyor musun?
Yoksa hepten mi unuttun şarabın simyasını?

Yağmur hiç yağmadı ben dünyaya baktığım sürece
Bakır altına dönüşünceye dek hiç de yağmayacak zaten
Kayıtsızım,korkarak ormanların başıma vuran gürültüsünden

- Ahmet Güntan - 
Bak görüyor musun, yine bogazim dügüm dügüm. Bi'seyler var takilip duran; etrafinda dönüp durdugum. Bu öfke kendime, sen alinma ne olur. Tutamiyorum aklimi, basimda degil. Hep sana gidiyor, hep sana....
Tutamiyorum deyince ellerin geliyor aklima. Asla tutamadigim ellerin iste. Oysa hic bilemedim, ellerin ellerim de nasil dururdu.

Durduk yere aklima gelme ne olur! aklim ben de degil. 





zondag, januari 20, 2013

Bunu sana yaziyorum, haberin yok. Kalem egri duruyor parmaklarimin arasinda.
Kendimi sana tekrar etmekten baska bir ise yaramiyorum.
Sokaklarinda dolasiyorum, evimin yolu kayip.
Her defasinda dönüp dolasip geldigim sensin.
Kapina bir avuc umut birak, bunu esirgeme.

Soru eklerinden kurtulabilirsem, belki seni düsünmektende vazgecerim.
Beni bu ayriliga ikna et.
Beni olmadigina ikna et.
Beni ikna et.

maandag, januari 07, 2013

Ah azizem! sana bu satirlari yaziyor olmamin dahi bir sebebi yok.

Gece'nin saat bilmem kaci. Umrumda degil akrebin yelkovani kovalamasi.
Bir derdim var; dertten iceri.
Ellerim karicalaniyor... bir tuhaf. 
Gün, sanki alnimin ortasindan dogacakmis gibi.

 



zondag, januari 06, 2013

ANCALIME’DEN MEKTUPLAR

Neden?
Nasıl?
Nasıl hala yaşayabiliyor?
Size bu mektubu yazmamın sebebi günlerdir beni meşgul eden ve mesut olmama mâni olan şaşkınlığım. Yukarıdaki sorularla mücadelemde mağlubiyetlerin artması beni tedirgin etmeye başladı. Bu yüzden fikirlerinize iltica ediyorum. Lütfen bu aciz dostunuzun havsalasını girdiği çıkmaz sokaktan kurtarınız, gönlünü ferahlatınız. Telkinlerinize muhtacım. Sizleri bu malayani girizgâhımla daha fazla boğmadan asıl mevzuya dönüyorum.
Onu terk ettim ve hâlâ yaşıyor. Bunun hangi manalara geldiğini idrak edebilmiş değilim. Düşünüyorum lakin nafile. Zihnimde vuku bulan senaryolardan hangisini seçsem, bu durumun nasıl vâki olduğunu anlayamıyorum. Terk eden ben, çaresiz olan yine ben… Halbuki çoktan ölmesi gerekiyordu. Düşünün azizim;
Onu,
Öylece bırakıp gittim,
Cevabı sadece bende olan sorularla yapayalnız bıraktım,
Sokaklarında daima beni hatırlatacak izler bıraktığım şehre hapsettim. Şimdi tekrar soruyorum;
Nasıl? Nasıl hâlâ yaşayabiliyor?
Çok zor durumdayım. En yakın zamanda cevabınızı bekliyorum.

Bisous

ANCALİME
Günün birinde günlerden herhangi bir gün evinin yolunu unut ve bana ugra. Sana aciyan yanlarimi göstereyim.

vrijdag, januari 04, 2013

Ceplerimize doldurdugumuz kum taneleri ve hatiralar. Sicak bir yaz gününden kalma gözlerinin izi yüzümde.
Yüzünü yüzüme cevir; esen rüzgara karsi sen saclarini savur, ben parmak uclarim ile göz yaslarini sileyim.
Sen aglayinca bütün gemiler limansiz. Sen gülünce bütün buzullar eriyor. icim bir okyanus.
Ellerin ölesiye beyaz ve sanki kollarinda can vericekmisim gibi bir an.


Sessiz Müzik

Sen kış güneşi misin
Yakarsın ısıtmazsın

Bir ırmağın ortası yoksa
Seni mi hatırlayacağım

Bu dünyada olup bitenlerin
Olup bitmemiş olması için
Ne yapıyorsun

Sizin evin duvarları taştan
Dumanı da mı taştan

Seni kız arkadaşlarından
Sevinç gözyaşları içinde
Öpen olmayacak mı

Ezberlediğin şiir
Beklediğin adam

- Sezai Karakoç -